AB ile Gümrük Birliği’nin (GB) Güney Kıbrıs dahil yeni on üyeye teşmilinin yol açtığı açmazlar 1995 yılında GB’yi oluşturan kararlara ve belgelere kim imza attı tartışmasını da beraberinde getirdi.
Aslında bu yanlış bir tartışma. 1995 yılında GB’ye karşılık Güney Kıbrıs ile üyelik müzakerelerine başlanması arasında bir takas yapıldığı doğru. Ne var ki pazarlık Türkiye ile değil, Yunanistan ile o tarihteki dönem başkanı Fransa arasında cereyan etti. Amaç Yunanistan’ın GB’yi veto etmesini önlemekti. Türkiye elbette bu pazarlıktan haberdardı.
Dışişleri Bakanı Karayalçın Ortaklık Konseyi’nde bir çözüm olmadan ve Türkiye AB’ye girmeden Kıbrıs’ın AB’ye giremeyeceğini vurguladı. Bu tabii platonik bir açıklamadan başka bir şey değildi. Fransız Dışişleri Bakanı Juppé Yunanlı Bakan’a yazdığı mektupta AB ile Kıbrıs arasındaki ilişkilerin gelişmesinde Türkiye’nin söz hakkı olmadığını belirtmekte gecikmedi. Bir noktayı daha unutmamak gerekir. Türkiye ile Gümrük Birliği gündemde olmasaydı bile Güney Kıbrıs ile üyelik müzakereleri yine başlayacaktı. Çünkü Yunanistan AB’nin genişlemesini bloke etmek imkánına sahipti.
***
Hata başka yerde yapıldı. AB, Güney Kıbrıs ile müzakere kararını almakla birlikte, çözüm arayışını zaman bırakmak için müzakerelerin başlamasını 1998’e kadar erteleyen bir formül bulmuştu. O dönemi daha iyi değerlendirebilirdik. Bunu yapamadık. Aksine maksimalist bir tutumla o devirdeki KKTC yönetiminin, federal değil, konfederal çözüm edebiyatına kendimizi kaptırdık. Sık sık yaptığımız gibi sanal bazı kozları gerçek zannettik ve pazarlık marjımızı abarttık.
1999’da adaylığımız AB Konseyi’nce kabul edilirken Kıbrıs meselesi kaçınılmaz olarak yine karşımıza çıktı. O zaman da dönem başkanı Finlandiya Başbakanı Lipponen’in Başbakan Ecevit’e gönderdiği mektuba sığındık. Oysa bu mektupa Lipponen yalnızca Kopenhag kriterlerine ek bir kriter olmadığını belirtmekteydi. Kıbrıs sorununun adaylığımızı etkilemeyeceğini ifade etmiş değildi. Nitekim 1999 AB Konseyi Sonuç Belgesi Güney Kıbrıs’ın çözüm olmasa bile bütün Kıbrıs’ı temsilen AB’ye üye kabul edileceğini tereddüde mahal bırakmayacak şekilde vurgulamıştı.
***
Kıbrıs Rumlarını çözüme zorlayabilecek son fırsat da 2002 Aralığı’nda kaçırılınca Güney Kıbrıs 2003 Nisanı’nda katılım antlaşmasını imzaladı. Ve o günden itibaren Türkiye-AB denkleminde söz sahibi oldu. 8 yıllık bir diplomatik basiretsizliğin kısa özeti bundan ibaret.
Bugün Kıbrıs yüzünden AB ile müzakere sürecinin daha başlamadan akamete uğraması tehlikesi mevcut. AB Konseyi, eylülde, GB protokolünü imzalamamızın ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıma anlamına gelmediğine ilişkin deklarasyonu kabul edemeyeceğimiz şekilde yorumlarsa veya Kıbrıs Rum gemilerinin ve uçaklarının Türk deniz ve hava limanlarına gelmelerine izin verilmesinde ısrar ederse ne olacak? Müzakerelere başlayamayacağız. Peki böyle bir durumun ve bunun sonuçlarının Kıbrıslı Türkler ve Türkiye’nin Kıbrıs’taki siyasi ve güvenlik çıkarları açısından etkileri ne olur? Bu artık başka bir yazının konusu.