BUGÜN Filistin'de barışa en büyük engelin Yahudi yerleşim merkezleri olduğu artık kuşku götürmüyor.
Aslında bu merkezler bir asırdan beri süregelen Filistin'i kolonize etme ve Yahudileştirme sürecinin son aşamasıdır. Osmanlı İmparatorluğu, dışarıdan Yahudilerin Filistin'e yerleştirilmelerine izin vermemiş, fakat buna rağmen zengin siyonistler, tanınmış Filistinli ailelerden toprak satın alıp Yahudileri iskán etmeyi bir ölçüde başarmışlardı. Yine de Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Filistin'deki Yahudi nüfusu, genel nüfusun ancak % 5'ini aşmamaktaydı. Bölgenin yönetimini Osmanlılardan devralan İngilizler ise kapıları açtılar. 1936-39 yılları arasında Araplar, Yahudi kolonizasyonuna karşı isyan edince, siyonist militanlar bu isyanın bastırılmasında İngilizlere yardımcı oldular. Tarık Ali, Türkçe'ye de çevrilen ‘‘Köktendincilerin Çatışması’’ adlı kitabında Churchill'in o tarihte Yahudilerin Araplara nazaran ırki üstünlüğünü ileri sürerek kolonizasyonu haklı göstermeye çalıştığını yazmaktadır!
1947'de İngiltere sorumluluğunu Birleşmiş Milletler'e devrettiği zaman Yahudiler yine azınlıktaydılar. O kadar ki 25 Kasım 1947'de bir hayli bilek bükme ve başka türlü ikna yöntemleri sonucunda Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun kabul ettiği taksim kararında İsrail'e ayrılan bölgede bile Arap nüfusu çoğunluktaydı. İsrailliler bugün ‘‘etnik temizlik’’ denilen metotla Arapları göçe zorladılar, Arap ülkelerinin orduları müdahale edince onları yenerek taksim kararının çizdiği sınırların ötesine taştılar, kendileri ile anlaşan Ürdün Kralı Abdullah'ın Batı Yakası'nı işgal etmesine göz kırptılar. Mısır da Gazze'ye yerleşti. Filistinliler 1967'ye kadar üç ayrı egemenlik altında yaşadılar. Yüz binlerce Filistinli ise Ürdün, Suriye ve Lübnan'a sığındı. Özellikle bu sonuncu ülkede çok ıstırap çekeceklerdi.
* * *
1967 savaşından sonra İsrail, Batı Yakası, Doğu Kudüs ve Gazze'yi işgal edince yerleşim merkezleri politikasını vakit geçirmeden uygulamaya başladı. Siyonist doktrine göre bu merkezler, işgal edilen topraklarda İsrail egemenliğini kökleştirmenin en etkin yolu idi. ‘‘Ortadoğu Barış Vakfı’’nın son raporunda, 1975'te Tarım Bakanı olan Ariel Sharon'un 20'nci asrın sonuna kadar işgal altındaki topraklara 2 milyon Yahudi yerleştirilmesini amaçlayan bir vizyon geliştirmiş olduğu belirtiliyor.
Bugün Batı Yakası'nın haritası, kuzeyden güneye ve doğudan batıya yayılmış yerleşim merkezleri yüzünden bir panter derisine benzemektedir. 1972'ye kadar Batı Yakası'nda, Doğu Kudüs'te ve Gazze'de az sayıda yerleşim merkezinde 8400 Yahudi yaşamaktaydı. Bugün 157 merkezde 411.000 Yahudi iskán edilmiş bulunuyor. Devamlı bir İsrail askeri mevcudiyeti olmaksızın yerleşim merkezlerindeki nüfusun güvenliği sağlanamaz. ÇÖzüm arayışlarında en büyük açmaz daima bu nokta etrafında düğümlenmiştir. Ancak Sharon gibi bir militanı, Yahudi kolonilerini terk etmeye zorlamak kolay değil. Kaldı ki halen İsrail'in nüfusu 4.800.000 düzeyinde. İsrail'deki Arap kökenli vatandaşlar ile Filistinlilerin sayısı ise 4.5 milyon kadar ve tabii Arap nüfusu daha çabuk artmakta. Sharon'un partisinde hiç değilse Batı Yakası'nın Filistinlilerden tamamen temizlenmesi için yükselen seslerin nedeni bu.
Ortadoğu ihtilafını çözmenin birinci şartı, İsraillilerin yerleşim merkezlerinden, Arapların da mültecilerin bugün İsrail topraklarında kalan yurtlarına dönmeleri hayallerinden vazgeçmeleridir. Suudi Veliahtı Abdullah'ın ileri sürdüğü planın başka türlü gerçekleşmesi düşünülemez. Çözüm arayışlarından önce ateşkes ve güven artırıcı önlemler gerekli ise de güvenin de ancak yapıcı ve istikbal için Filistinlilere umut veren bir barış projesinin sunulmasıyla sağlanabileceği unutulmamalıdır. Filistin'de karşılıklı şiddetin azaltılması, aynı zamanda bir uluslararası gücün konuşlandırılmasını bu aşamada kaçınılmaz hale getirmektedir. ABD Dışişleri Bakanı Powell'ın düşündüğü silahsız gözlemciler bu işi yapamaz.
* * *
Powell'dan sonra Türk ve Yunan Dışişleri Bakanları bölgeye gidiyorlar. Her ne kadar Powell'ın yapamadığını onların nasıl yapabilecekleri pek belli değilse, yine de hem iç politika ve hem dış politika açısından anlamlı bir girişim. İnşallah bir gün beraberce Kıbrıs'a da gidebilirler. Orada onlara ihtiyaç var. Hem de Kıbrıs sorununu çözümlemek daha kolay.