Wolfowitz'den sonra

ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'in Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar'a açıklamaları ve daha sonra Grossman ile yapılan söyleşi, Türkiye'de daha çok tartışılacaktır.

Wolfowitz, Türkiye-ABD ilişkilerinde ortaya çıkan güven bunalımı hakkındaki tahlilinde sözlerini esirgemedi, oldukça haşin bir üslup kullandı. Fakat, bunun ötesinde, bakan yardımcısının temel bir yanlışı var. ABD'yi Irak ile savaşa sürükleyen haklı nedenleri Türkiye'nin anlamadığını iddia ediyor. Oysa Türkiye, ABD'nin algılama ve değerlendirmelerini paylaşmak mecburiyetinde değildi. Türkiye ayrıca Irak'a müdahalenin meşruiyetini sorgulamak hakkına da sahipti. Kaldı ki, ABD'nin Irak savaşı ile vahim bir hesap hatası yapıp yapmadığı henüz belli değildir. Bunu zaman gösterecektir.

* * *

Türkiye'de hükümetin ve Meclis üyelerinin bir kısmının hatası ise meşruiyet kaygısı ve ahlaki savlarla ulusal çıkarların her zaman korunamayacağını idrak etmemiş olmalarıdır. Üstelik meşruiyet savı tek taraflıydı. ABD kuvvetlerinin Türkiye'den Irak'a geçmesine hayır, fakat Türk kuvvetlerinin tek başına Kuzey Irak'a girmesine evet zihniyeti bir vicdani davranıştan çok, bir milli bencillik ve benmerkezcilik yansıtmaktaydı. Türkiye'nin desteği olmadan ABD'nin savaşamayacağı fikrine bel bağlamak gafletten başka bir şey değildi. Savaştan hemen önce bir bakan başkanlığında 300 işadamının Bağdat'a gitmesi inanılmaz bir gaftı. Nihayet Abdullah Gül'ün izlenmesi zor zikzaklarının ve kaçamaklı söylemlerinin Meclis'in eğilimini etkilediği inkár edilemez. Gül daha birkaç gün önce 1 Mart'ta tezkerenin reddedilmesinin aslında çok isabetli olduğunu söylemedi mi? Demek ki Irak'ın ve özellikle Kuzey Irak'ın yeniden yapılanmasından dışlanmak gibi bir kaygımız yokmuş. Sınırın ötesindeki kuvvetleri geri çekmekte de fazla bir sakınca görmüyormuşuz. O zaman niye daha başında ‘‘Bizim bir iddiamız yok, bizi işe karıştırmayın’’ demedik?

Wolfowitz'in Silahlı Kuveetler'e eleştiri yöneltmesi yanlıştır. Genelkurmay Başkanı 5 Mart'ta yaptığı çok yerinde konuşmayı daha önce yapsaydı ve MGK'dan bir mesaj gelseydi daha iyi olurdu. Fakat iplerin asıl 10 Mart'ta, Başkan Bush ile Tayyip Erdoğan arasındaki telefon konuşmasında koptuğunu unutmamak gerekir.

* * *

Bugünkü tartışmalardan çıkarılması gereken önemli bir ders var: Türkiye bütün ülkelerle ikili ilişkilerinde çok dikkatli davranmalı ve bunlara uzun süreli zarar verebilecek tepkilerden ve davranışlardan kaçınmalıdır. Avrupa ile ilişkilerimize bakalım, bugün AB üyeliği yolunda en büyük sorunlarımızdan biri ağırlıklı bir sponsorumuzun olmayışıdır. Bir ara Almanya Türkiye'yi en fazla destekleyen bir ülkeydi, fakat karşılıklı güven ortamı zedelendi. 1998'de Fransa ile kısa süren bir yakınlaşma yaşandı, askeri ihaleler yüzünden aramız çabuk bozuldu. İngiltere Türkiye'nin AB üyeliğine en çok önem veren ülke, onu da galiba Irak krizi sırasında biraz gücendirdik. 50 yıllık bir tarihi ele alırsak ilişkilerimizin en fazla istikrarlı olduğu ülkenin yine ABD olduğunu görürüz. 1974 silah ambargosu ve daha önce 1964 Johnson mektubu elbette Türkiye'de izler bıraktı. Fakat ambargo Kongre'nin bir tasarrufuydu. Johnson mektubunun öngördüğü yaptırımlar ise hiçbir zaman uygulanmadı, mektubun sadece efsanesi belleklerde canlı kaldı. ABD başkanları, Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları sürekli Türkiye'yi desteklediler. Truman doktrininden başlayarak ABD Türkiye'ye askeri ve ekonomik alanlarda yardım etti. NATO'ya girişimizi sağladı, 1974 Kıbrıs müdahalesinde kuvvetlerimizin harekátı sona erinceye kadar Güvenlik Konseyi'ni oyaladı, teröre karşı mücadeleyi destekledi, AB üyeliğimiz için didindi, Öcalan'ın yakalanmasında kilit bir rol üstlendi, birbirini izleyen ekonomik krizlerde uluslararası mali kuruluşları harekete geçirdi. Türkiye de bugüne kadar ABD ile dostluk ve ittifakına sadık kaldı.

* * *

ABD ile 55 yıllık bir ortaklığımız mevcut. İlişkilerimiz karşılıklı çabalarla tamir edilmelidir. ABD'nin bize, bizim de ABD'ye hálá ihtiyacımız var. Diğer taraftan Irak krizinin Türkiye'nin AB üyeliğinin önemini bir kat daha artırdığını unutmayalım. Dış politikamızı çok kutuplu hale getirelim. Onu günlük tepki ve dürtülerden arındıralım. Sorunların çözümünü sürekli ertelemekten vazgeçelim. Uzun vadeye yatırım yapalım.
Yazarın Tüm Yazıları