KOPENHAG AB Zirvesi'nde, siyasal kriterlerin yerine getirilmesi koşuluna bağlı olarak, üyelik müzakerelerinin başlaması için 2003 yılında değil de 2004 yılında tarih verilmesi yoğun tartışmalara yol açtı.
Oysa Türkiye açısından önemli olan, kriterlerin eksiksiz ve ikna edici şekilde hayata geçirilmesidir. Bunun da süratle ve kolaylıkla yapılabileceğini sanmak yine kendimizi aşırı iyimserliğe kaptırmak olur. Kabul edilen kanunların etkin ve amaçlarına uygun olarak uygulanması, gerekli idari ve yargı reformlarının gerçekleştirilmesi, henüz ele alınmayan bazı duyarlı konularda dengeli çözümlere varılması bir hayli vakit ister.
* * *
Kopenhag Zirvesi'nde asıl kayıp, Kıbrıs meselesindedir. Bu konuda hem sonuç ve hem de bu sonuca bizi sürükleyen politik irade ve diplomasi zaafı üzerinde önemle durulmalıdır. 1999'dan beri gerçeklere gözlerimizi kapatarak sanal birtakım senaryolar ürettik. Sergilediğimiz kendimizi aldatma kapasitesi hüzün vericidir.
* * *
1999 Helsinki Zirvesi'ni takiben gelişmeleri öngörmek hiç de zor değildi. Helsinki Zirvesi'nde çözümsüzlüğün Kıbrıs'ın AB üyeliğine engel oluşturmayacağı, AB Konseyi'nin üyelik müzakerelerinin bitiminde bütün şartları göz önünde tutarak karar vereceği belirtilmişti. Bakın daha 16 Aralık 1999'da bu köşede ne yazmışım: ‘‘Demek oluyor ki, Konsey bir değerlendirme yaparak çözümsüzlüğün hangi nedenlerden kaynaklandığını saptamaya çalışacak. Türk tarafı açıkça sorumlu görülürse üyeliğin gecikmeden onaylanması eğilimi ağır basacak.’’ 27 Ocak 2000'de de şu görüşü belirtmiştim: ‘‘Güçlükleri erteleme politikası her zaman geçerli değildir. AB süreci başladığına göre süreler belli, gündem belli, parametreler belli. Konunun etrafında dönmenin faydası yok.’’ Biz ise ne yaptık? Her konu etrafında döndük. Çözüm olmazsa AB'nin Güney Kıbrıs'ı üye kabul etmek cüretini gösteremeyeceğini sandık. Türkiye üye olmadan Kıbrıs'ın üyeliğinin uluslararası hukuka aykırı olacağı savına sarıldık. Nazariyeyi gerçeğe tercih ettik. ‘‘Tepkimizin sınırı olmayacak’’ gibi içi boş fakat tantanalı sözler söyledik. Bir Dışişleri Bakanı kılıç şakırdatmalarını daha da ileri götürerek sadece Kuzey Kıbrıs'ın değil, Güney Kıbrıs'ın da ilhak edilebileceğini Avrupalı parlamenterlere ima etti. Cumhurbaşkanı Denktaş, Güney Kıbrıs'ın üyeliğe davet edilmesine birkaç saat kala Kofi Annan önerilerini reddetti. Neticede AB üyeliğini Güney Kıbrıs'a altın tepsi içinde ikram ettik. Şimdi de Kopenhag'da Güney Kıbrıs'ın AB üyeliğine kabulünün hukuken ve politik olarak kabul edilemeyeceğini ileri sürüyoruz. Platonik bir tepki. Kabul etmeyip ne yapacağız? AB'ye karşı dava açabileceğimiz bir mahkeme yok ki.
* * *
Kofi Annan'ın çözüm paketinin 12 Aralık'tan önce imzalanmasında ısrarı boşuna değildi, çünkü aksi takdirde Güney Kıbrıs Türk tarafına karşı hiçbir yükümlülük altına girmeden AB'ye katılacaktı. Nitekim öyle oldu. Bundan sonra Kofi Annan'ın paketi bir çözümün bütün unsurlarını kapsayan bağlayıcı bir belge değil, ancak bir müzakere zeminidir, başka bir deyimle her noktası tartışmaya ve müzakereye açıktır. Eli kuvvetlenen ve takvim baskısından kurtulan Güney Kıbrıs'ın müzakere pozisyonunun şimdi daha katı olması kimseyi şaşırtmamalıdır. Denktaş'a gelince, müzakerelere devamı kabul etmiştir, fakat 28 Şubat'a kadar varılabilecek bir çözümün Kofi Annan'ın çözüm paketinin parametrelerinin ötesinde KKTC'nin ve Türkiye'nin lehine olması mümkün değildir. 2003 Nisan'ında ise Kıbrıs katılım antlaşmasını imzalayacaktır. O tarihten sonra BM paketinde öngörüldüğü gibi, AB müktesebatına istisnalar içeren bir çözüm daha da zor olur. Bütün bu olumsuz olgulara KKTC'deki kutuplaşma eğilimlerini ve Güney Kıbrıs'ın Kıbrıslı Türklere cazip gelebilecek açılımlarını da katmalıyız. Kıbrıs Türklüğünü sıkıntılı günler beklemektedir. Üzerinde çok durduğumuz güvenlik çıkarlarımız ise asıl çözümsüzlükten zarar görecektir.
* * *
Savaşta olduğu gibi diplomaside de stratejik hataları telafi etmek kolay değildir. Her şeyden önce hatalarımızı kabul etmemiz ve bunların tekrarlanmaması için gereken radikal önlemleri acilen almamız gerekir. Gerçeklere dayanmayan bir politika daima hüsranla sonuçlanır.