Paylaş
Sovyetler Birliği'nin çökmesi, gerek Türkiye'nin, gerek İran'ın jeopolitiğine yeni boyutlar katarken İran'ı da, Rusya ile kara sınırımız artık kalmadığı için, en büyük komşumuz haline getirdi. Tarihi açıdan bakıldığında iki ülkeyi diğer İslam ülkelerinden ayıran bir özellik var: Her zaman bağımsız kaldılar ve geçmişte büyük imparatorluklar kurdular. Nüfusunun önemli bir kısmı Türk olan İran'ı asırlar boyunca Türk asıllı hanedanlar yönetti. Türk ve İran milletleri sürekli karşılıklı etkileşim içinde yaşadılar, aynı filozof ve mutasavvıflardan feyiz aldılar. Divan edebiyatına Farsça hákim olurken, İran şahları Türkçe şiir yazdılar, Sünni-Şii çatışması iki imparatorluk arasındaki kudret mücadelesinin bir sonucu ve simgesi oldu.
Soğuk Savaş sırasında Sovyet tehdidi altında Türkiye ve İran aynı cephedeydi. Fakat Bağdat Paktı ve CENTO çerçevesinde işbirliği yaptıkları halde aralarında bir güven ve dayanışma duygusu gelişemedi. 1979'daki İslam devrimi ise Türkiye tarafından haklı olarak komünizmden de daha büyük bir tehdit olarak algılandı. Gerçekten Türkiye'de radikal sol ancak yukarıdan, ya dışarıdan gelecek veya içeriden tahrik edilecek bir askeri müdahale ile egemen olabilirdi. Köktendincilik ise tabandan yayılmaya elverişli bir akımdı ve Humeyni bunu bütün İslam ülkelerine ihraç etmek peşinde koşuyordu. Bu yüzden güvensizliğin hákim olduğu Türk-İran ilişkileri birtakım iniş ve çıkışlarla mesafeli kaldı. İran adeta uzak komşumuz haline geldi.
Fakat İran'da 1997'den beri büyük bir kıpırdanma var. Cumhurbaşkanı Hatemi'nin etrafında toplanan sivil toplum, gerici ve baskıcı rejime karşı mücadele veriyor. Ne var ki devletin çarkları, özellikle yargı, polis, ordu, radyo ve televizyon yürütmeden sorumlu cumhurbaşkanının değil, Rehber-i Muazzam sıfatını taşıyan Hamenei'in ve gerici mollaların elinde. Merve Kavakçı'ya destek veren gösterileri de hem Türkiye'ye ve hem Hatemi'ye karşı onlar tertipliyor. Büyük çoğunluğuyla rejimden tamamen kopmuş kadınlar ise aksine, aydınlar ve gençlerle birlikte liberalleşme hareketinin başını çekiyorlar. Kadınlar insan haklarından mahrumiyetlerinin sembolü olarak gördükleri başörtüsüne, makyajlarını daha çarpıcı yaparak ve saçlarını kısmen dışarı çıkararak karşı geliyorlar. Bir İranlı yazar, kadınların tepkisini izah ederken, ‘‘Kadının örtüsü dışarıda değil, içeride olmalı. Başı örtmek mecburiyeti inanç noksanlığını yalanla gizlemek anlamına gelir’’ diyor.
Son zamanlarda Avrupa Birliği ülkelerinin hemen hepsi İran'a karşı bir açılma içinde. Amerika yavaş yavaş aynı yaklaşıma yöneliyor. Türkiye'nin de İran'daki evrimi daha yakından izlemesi ve desteklemesi gereklidir. Kaldı ki, bu aşamada Türkiye ile İran arasında bir yumuşama gözleniyordu. İran PKK'ya verdiği desteği azaltmış ve güvenlik alanında işbirliğine yanaşmıştı. İslam Konferansı Başkanı olarak PKK ve Öcalan konusunda Suriye ile varılan anlaşmaya katkıda bulunmuştu. 1996'da 20 yıl süre ile doğalgaz satımı konusunda imzalanan anlaşmanın uygulanması için gerekli boru hattı inşaatında kendine düşen yükümlülükleri yerine getirmiştir.
Türkiye ile İran arasında birçok alanda çıkar ve yaklaşım farkları elbette mevcut. Orta Asya ve Kafkasya'daki rekabet de sürecek. Fakat bugünkü dünyada işbirliği ve rekabet el ele gidiyor. Thomas Friedman'ın küreselleşme konusundaki son kitabında dediği gibi, ‘‘Soğuk Savaş zamanında dost ve düşman vardı, bugün ne dost kaldı, ne de düşman, sadece rakipler var.’’
Paylaş