Uyum yasaları...

HER şeyi son dakikaya bırakmak insanlar için olduğu kadar devletler için de çok tehlikelidir.

ANAP'ın seçim çanı çaldıktan sonra apar topar bir reform paketini üstlenmesinden bir sonuç çıkmayacağı, seçim telaşına giren partililerin taban kaygıları ile hareket edecekleri ve Mesut Yılmaz'ın imajının parlatılmasına katkıda bulunmak istemeyecekleri belliydi. Aslında yazık oluyor, çünkü çok yoğun bir çalışmanın ürünü olan yasa paketi, birçok alanda demokrasiyi ve insan haklarını perçinleştirecek reformlar içermekteydi. Paket sadece idam cezasının kaldırılması, anadilin öğrenimine ve anadilde yayına izin verilmesi ile yetinmiyor. Aynı zamanda AB'nin üzerinde durduğu dernekler ve vakıflar üzerindeki baskı ve kısıtlamalara son verilmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararları ışığında yargılamanın yenilenmesi, göçmen kaçakçılığının suç olarak tanımlanması ve cezalandırılması, özel hayatın gizliliği ve konut dokunulmazlığı, eleştirme hakkının genişletilmesi gibi konuları da kapsıyor. Kuşkusuz bazı vehimlerin etkisi ile yine eksiklikler var. Özellikle, dernek kurma özgürlüğü ile ilgili kısıtlamalara son verilmemiş, derneklerin yurtdışı temaslarında yabancı dil kullanmaları yasağı devam ettirilmiş. Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin yargılama yöntemlerinde AİHM standartlarına uygun değişiklikler yapılmamış, işkence ve kötü muamele kapsamında açılacak soruşturma ve yargılamalarda kamu görevlilerine mevcut kanunların sağladığı himaye kaldırılmamıştır.

Uyum yasaları Meclis'te kabul edilebilseydi, paketin bazı yetersizliklerine rağmen. AB'nin geniş ölçüde tatmin edileceği kesindi. Ancak AB'nin bu takdirde dahi bir müzakere tarihi belirleyeceğinden emin olmak zordu, çünkü AB'nin beklentileri sadece yasaların değiştirilmesinden ibaret değil. Geçen nisan ayında yapılan son Ortaklık Konseyi toplantısında, o tarihte dönem başkanı olarak Belçika Dışişleri Bakanı, AB'nin yaklaşımını izah etmiş, en önemli unsurun uygulama olduğunu ısrarla vurgulamıştı. AB çevreleri gerçekten de yasalar ile uygulama alanında büyük bir fark bulunduğunu, yasaların savcılara ve yargıçlara çok geniş yorum ve takdir yetkisi tanıdığını, yargı ve idari yapıda reform yapılmadıkça bireylerin özgürlükler ve insan haklarından tam anlamı ile yararlanamayacaklarını düşünüyorlar. İş bununla da kalmıyor. Belçikalı bakan, aynı konsey toplantısında HADEP'in kapatılması gibi gelişmeler olursa, bunların Kopenhag kriterleri açısından geri adım sayılacağını gizlememiş. Ayrıca Kıbrıs da bakanın gündemindeydi.

Demek oluyor ki, yasaların kabulü Mesut Yılmaz'ın peşinde koştuğu müzakere tarihi saptanmasına büyük bir olasılıkla yetmeyecekti. Ama AB Komisyonu'nun ilerleme raporu olumlu olacaktı. Türkiye'ye daha fazla umut verecekti. Yanılmıyorsam, rapor Türkiye'deki siyasi gelişmeler yüzünden yine de olumsuz olmayacak. AB bekle gör pozisyonunda kalacak, çünkü bugünkü aşamada AB için de asıl sorun seçimlerden sonra ortaya çıkacak siyasi tablodur. Şayet ‘‘kábus senaryoları’’ gerçekleşir, AKP tek başına veya MHP ile birlikte mutlak çoğunluğu elde ederse AB de herhalde defteri kapatır. Aksine merkez sağ ve solun işbirliğine müsait bir tablo çıkarsa, özellikle Kemal Derviş'in ikinci veya üçüncü adam olarak değil, lider olarak kilit politik rol oynayabileceği bir koalisyon kurulabilirse, kaybedilen zamanın süratle telafi edilmesi beklenmelidir. Demokrasilerde tek bir adama odaklanmak iyi bir şey değildir, fakat kritik anlarda halkın güvenine en fazla kim sahipse ona büyük sorumluluk ve rol düşer.

Kasımdaki seçimlerle ilgili tahminler hepimizi ürkütüyor. Eğer sağ uçtaki partiler iktidar tekelini elde ederlerse yalnız AB umudu kaybolmayacak, demokrasinin tıkanması tehlikesi de kapıyı çalabilecektir. Bunu bu geç saatte önlemenin tek çaresi galiba seçim barajını % 5'e indirmektir. Bu yapılırsa, Meclis'e HADEP dahil çok sayıda partinin girmesi bir sakınca yaratır, fakat buna karşın sağ ve sol merkez partilerinin bir araya gelerek bir denge oluşturmaları mümkün olur. Karamsar senaryolar içinde en az zararlısını seçmekten başka çare var mı?
Yazarın Tüm Yazıları