GENELLİKLE ABD başkanları görevden ayrıldıktan sonra anılarını yazarlar.
Barack Obama, seçildiği takdirde daha görevi devralmadan kişiliğini, vizyonunu, dünya problemleri hakkındaki teşhislerini ve siyasi felsefesini açıklayan bir aday olacak.
"Umudun Cüreti" başlıklı eseri 2006’da basıldığında hemen en çok satan kitaplar arasına girdi. Obama’nın akıcı ve zarif üslubu, kavramlaştırma mahareti, görüşlerinde ve inançlarında samimi olduğu izlenimini yaratma yeteneği de muhakkak kitabın başarısına büyük katkıda bulunmuştur.
Ben bugün daha çok kitabın dış politikaya ilişkin bölümünde değindiği bazı konulardan söz edeceğim.
* * *
Obama daha senatör seçilmeden önce, 2002 yılında, senatonun Irak’a karşı kuvvet kullanılmasını destekleyen kararına Demokrat senatörlerin yarısından fazlasının destek vermesine şu şekilde tepki göstermişti:
"Irak’a karşı başarılı bir savaşın dahi süresi belirsiz bir Amerikan işgaline, bugünden öngörülemeyecek bir mali yüke ve olumsuz sonuçlara yol açacağını biliyorum. Saydam bir mantıki nedeni olmayan ve uluslararası destekten mahrum bir savaşın Ortadoğu’daki ateşi körükleyeceğini, Arap dünyasındaki en iyi değil, fakat en kötü dürtüleri tahrik edeceğini ve El Kaide’ye katılımları artıracağını da biliyorum."
Denebilir ki, Obama’nın öngörüsünü o zaman ifade eden birçok başka devlet adamı ve politikacı vardı. Fakat onlar Amerika’da değil, daha çok Avrupa’daydı. ABD’de ezici bir çoğunluk, Obama dahil, Saddam Hüseyin’in kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olduğuna ve nükleer silah elde etmeye çalıştığına Amerikan istihbarat örgütleri tarafından ikna edilmişti.
Obama bile, 2003 baharında ABD ordusunun süratle kazandığı zaferden sonra,"Acaba yanıldım" mı diye düşündüğünü itiraf ediyor ve Irak’taki durumun gittikçe kötüleşmesiyle haklılığına yeniden inandığını belirtiyor.
Obama, uluslararası kuruluşların dünyada daha fazla hakkaniyet, adalet ve refah istikametinde çalışmaya teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyorsa da, Amerika’nın tek başına diğer halkları despotluktan kurtaramayacağını, demokrasinin dayatılamayacağını, Gandhi’nin İngiltere’ye karşı kampanyasının, Polonya’daki Dayanışma hareketinin ve Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığı ile mücadelenin gösterdiği gibi, demokrasinin ancak yerel uyanışın ürünü olabileceğini vurguluyor.
Irak’takine benzer yöntemlerle, silah gücüyle demokrasi empoze edilmeye kalkışılırsa, totaliter rejimlerin demokrasiyi yabancı güçler lehine bir istismar sistemi şeklinde teşhir edebileceklerine işaret ediyor. Amerikan hükümetlerinin totaliter rejimlere verdiği desteği de kınıyor.
Obama çocukluğunun bir kısmını Endonezya’da geçirmiş. Geleneksel olarak İslam ile Budizm’in, Hinduizm’in ve paganizmin sentezi, hoşgörülü bir dini yaşamları olan Endonezyalıların büyük çoğunluğunun son on yıllarda militan bir köktendiciği benimsemiş olmalarından duyduğu hüsranı da kitabında dile getiriyor.
Bu gelişmede Ortadoğu’dan gelen fonlar ile Vehhabi imamların, medreselerin ve camilerin oynadığı role işaret ediyor. İnsanın aklına şu soru gelmiyor değil: Acaba köktendincilik, Arap olmayan ülkelerde Arap ülkelerine kıyasen daha mı kolay yayılıyor?
* * *
Obama artık Demokrat Parti’nin tek başkan adayı. Kitabında savunduğu fikirlere bundan sonra da sadık kalabilecek mi? Şimdiden İsrail lobisine yaptığı kur, Irak’tan asker çekmek konusunda daha ikircikli konuşması, idam cezasının kapsamının genişletilmesine bir ara taraftar gözükmesi eleştiriliyor.
Politikanın kendi kuralları ve gerekleri, anlaşılan akılcılık ve idealizmle kolay kolay bağdaşmıyor. Yine de Obama, Bush’un politikasını çok geniş ölçüde sürdürecek olan McCain’den Amerika ve dünya için daha iyidir.
Obama’nın daha şimdiden Amerika’nın dünyadaki imajının düzelmesinde çok etkili olduğu unutulmamalıdır.