Paylaş
Türkiye'de ne zaman yeni bir hükümet kurulsa bir ‘‘ilk aşk sendromu’’ ortalığı kaplar, yılların aşina simaları bile taze ve çekici görünür, ne kadar vahim olursa olsun hataları ve günahları belleklerden silinir. Fakat bu durum uzun sürmez, ‘‘yüz günlük bilanço’’ zamanı gelince ve hatta ondan önce düş kırıklıkları başlar, siyasi hava gerginleşir ve yeni seçimler gündeme gelir. Bu piyesi bıkmadan, usanmdan kaç kere seyrettik. Bıksaydık ezeli aktörlere bu kadar sıkı sarılır mıydık?
Bu sefer sahnede şimdiye kadar denenmemiş aktörler var. Koalisyonun üç kanadından birini onlar oluşturuyor. Hükümetin kurulması aşamasında yapıcı davrandılar ve uzlaşmaya kapıyı kapatmadılar. Fakat icraat aşamasında ne şekilde hareket edeceklerini zaman gösterecek. Olumlu yaklaşımlarını sürdüreceklerini varsaysak bile koalisyon tanımı zaten zayıf. Hükümet anlamını yansıtıyor. Böyle bir hükümetin Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu çetin ve kapsamlı sorunların üstesinden gelmesini beklemek aşırı iyimserlik olur. Yine de umudumuzu kaybetmeyelim.
Türkiye'nin bugün iki temel sorunu demokratikleşme ve ekonomidir. Demokratikleşme sadece kanunlarda yapılacak değişikliklerle gerçekleştirilemez, çünkü en iyi kanunlar bile, yetersiz, yeteneksiz veya dogmatik idari ve yargı makamları tarafından amacından saptırılabilir. Demokratikleşme toplumun siyasi kültürünün değişmesine, bir hoşgörü ortamının yayılmasına, önyargıların ve saplantıların asgariye indirilmesine, siyasal görüş ve ideolojik farklılıkların üstünde bütün toplumca benimsenen ortak değerlere saygı gösterilmesine bağlıdır. Türkiye'de bu yoktur. Aksine, kalıplaşmış düşünceler etrafında kenetlenmiş kutuplar mevcuttur. Bunlar arasında diyalog hemen hemen imkánsızdır ve her kutup kendisi için talep ettiği özgürlüklerin karşıt cepheye tanınmasını istemez. Manikeizm o derece ileri gitmiştir ki siyah ve beyaza ‘‘belki gri’’ denince kaşlar havaya kalkar ve niyet yargılaması hemen başlar.
Ekonomiye gelince, medya günlerden beri ‘‘Türkiye dünya devletidir, dünyanın 16'ncı büyük ekonomisine sahiptir’’ nakaratının arkasında gizlenen acı gerçeklere rakamlarla ışık tutuyor. Hem enflasyonla ve hem de durgunluk ve işsizlikle mücadele, iki amaç birbiri ile çelişen önlemleri gerektirdiğinden çok zor olacak. Başarıları övülen 55. Hükümetin mali politikası ekonomiyi büsbütün dar boğazlara sürüklemiştir. Bu politika sayesinde Devletçilik ile Liberalizmin en kötü taraflarını mezcederek, halkı en fazla mağdur eden, yolsuzlukların ve yanlış kararların bedelini ona ödeten, tasarrufu cezalandıran, KOBİ'lerle esnıfı dayanılmaz bir vergi yükü ve kırtasiyeciliği altında boğan bir sistem icat etmeye başladık. İş o raddeye geldi ki, iflasa hazırlanan birtakım iş adamları, çıkaracakları işçilerin tepkisinden korkarak, koruma görevlilerinin sayısını artırıyorlar ve onları komando eğitiminden geçiriyorlar.
Dış politikaya bu köşenin boyutları içinde yer kalmadı. Kısaca belirtmek istediğim tek nokta, dış siyaset ile iç gelişmeler arasındaki etkileşimin her zamandan fazla olacağıdır. Bunun en önemli ilk belirtisini Öcalan'ın yargılanması sürecinde görmeye başladık.
Türkiye'de diğer demokrasilerden farklı bir gelenek de devlet adamlarımızın ve politikacılarımızın hemen her gün konuşmaları ve söylediklerinin usandırıcı bir şekilde protokol sırasına göre devlet radyo ve televizyonlarında yayınlanmasıdır. Biraz daha az konuşsalar belki işler daha iyi gider. İngiliz başbakanlarından Attlee'nin dediği gibi, ‘‘Demokrasi tartışarak yönetmektir, fakat ancak konuşma durduğu zaman etkin olabilir.’’
Paylaş