Uluslararası Ceza Mahkemesi

1998 tarihinde Roma'da toplanan bir konferans sonunda 120 Birleşmiş Milletler üyesi bir ‘‘Uluslararası Ceza Mahkemesi’’ni (UCM) kuran antlaşmayı imzalamışlardı.

Kısa bir süre önce gerekli onay sayısına ulaşıldığından antlaşma bu yılın temmuz ayında yürürlüğe girecek. Ne var ki ABD, daha önce Clinton'ın imzaladığı antlaşmadan çekildiğini hafta başında BM'ler Genel Sekreteri'ne bildirdi.

ABD başından beri UCM'nin yapısından ve ona verilen yetkilerden rahatsızlık duymaktaydı. Politik liderlerinin ve askeri personelinin milli olmayan bir mahkemede yargılanabilmesi olasılığını kabul edemediği gibi, böyle bir uluslararası yargı merciinin mevcudiyetinin ileride girişebileceği askeri operasyonları olumsuz yönde etkileyeceği kanaatini taşıyordu. Birleşmiş Milletler'in uluslararası alanda yegáne meşruiyet kaynağı olması kavramını ABD bir türlü benimseyemiyor. Bir Amerikalı senatörü göre, ‘‘ABD politikalarının meşruiyetinin tek bir kaynağı vardır, o da Amerikan halkının iradesidir’’. Global adalet sistemi Amerika'nın politik felsefesine aykırı gelmektedir.

Amerika'nın tepkisi diğer Batılı ülkelerin ve özellikle BM'ler Güvenlik Konseyi'nin sürekli üyesi olan İngiltere ve Fransa'nın tutumuna ters düşüyor. Bu iki ülke antlaşmayı imzaladılar ve onayladılar. Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, UCM'nin ‘‘insanlığın vicdanını isyan ettiren suçların cezasız kalmamasını sağlayacağını’’ vurguladı.

UCM'nin bazı özelliklerine işaret etmekte yarar vardır. Mahkeme devletleri değil, fakat kişileri yargılamak yetkisine sahip. Antlaşma geriye dönük değil, ancak yürürlüğe giriş tarihinden sonra işlenen suçlara tatbik edilebilecek. Antlaşma 4 suç kategorisi saptamış. Soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve ileride tarifi yapılacak olan ‘‘saldırı suçu’’. Soykırım suçu, bir milli, etnik veya dini grubu topyekûn veya kısmen yok etmek amacı ile girişilen eylemleri kapsıyor. İnsanlığa karşı suçlar, sivil nüfusa karşı yaygın ve sistemli bir saldırının parçası olarak tanımlanmak koşulu ile, sivillere yönelik öldürme, köleleştirme, işkence, ırza geçme ve etnik, kültürel ve dini nedenlerle zulüm suçlarını içeriyor. Cenevre Sözleşmeleri'nin ihlaline dayanan savaş suçları ile ilgili hükümler ise sadece uluslararası silahlı ihtilaflar için değil, fakat aynı zamanda uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalar için de geçerli olacak.

UCM Antlaşması prensip itibarı ile antlaşmaya taraf ülkelere uygulanabilecek. Ancak bu kuralın bir istisnası var. Güvenlik Konseyi BM'ler Yasası'nın 7'nci bölümü gereğince alacağı bir karar sonunda, bir durumu, taraf olmayan devletleri de kapsayacak şekilde Mahkeme Savcısı'na havale edebilecek. Diğer taraftan, yine Güvenlik Konseyi kasıtlı olarak hatalı bulduğu bir yargılama sürecini askıya alabilecek.

UCM'nin ne kadar etkin olduğunu ancak zaman gösterecek. Fakat böyle bir mahkemeye ihtiyaç İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Alman ve Japon savaş suçlularının Nuremberg ve Tokyo'da da yargılanmalarından beri duyuluyordu. Soğuk savaşın sona ermesini takiben Balkanlar'daki ve Rwanda'daki olaylar Güvenlik Konseyi'nin Özel Mahkemeler kurmasına yol açtı. Bu mahkemelerin niteliği farklıydı, hem olaylardan sonra kurulmuşlardı ve hem de coğrafi yetki alanları sınırlıydı. Yeni Mahkeme ise ileride işlenebilecek suçlar için devamlı ve global bir kuruluş olacak.

UCM Antlaşması'nı halen Filistin'de bu mahkemenin yetkisi içinde sayılabilecek eylemler işleyen İsrail bile imzaladı. Türkiye ise Hindistan, Pakistan ve Çin ile birlikte imzalamaktan kaçındı. Her nedense demokratik olmayan ülkelerin bile imzaladığı insan hakları ile ilgili antlaşmalara karşı eskiden beri bir çekingenlik gösteriyoruz. Oysa, UCM Antlaşması'nı imzalamamak bize dokunulmazlık sağlamaz. Güvenlik Konseyi'ne verilen yetki var. Diğer taraftan mahkemenin içtihatları zamanla uluslararası hukuk kaidelerine dönüşebilecek. Antlaşmadan uzak durmakla bir şey kazanmayız, olsa olsa vehimlerini bir türlü yenemeyen bir ülke imajı veririz. AB ile ilişkilerimizde de en büyük engel benzer vehimler değil mi?
Yazarın Tüm Yazıları