Bu yazıyı birkaç gün süre ile Türkiye'den ayrılacağım için biraz erken yazıyorum.Mesut Yılmaz'ın ‘‘Ulusal Güvenlik’’ konusunda ANAP Kongresi'ndeki çıkışına Genelkurmay Başkanlığı'nın kapsamlı tepkisinin yansımalarının hangi boyutta olacağı henüz belli değil.
Ne yazık ki ekonomisi bıçak sırtında olan bir ülkede zirvedeki sürtüşmeler politik alana inhisar etmiyor. Her defasında ağır bir ekonomik bedel ödeniyor. Umarım yine öyle olmaz.
***
Mesut Yılmaz'ın büyük hatası, ‘‘Ulusal Güvenlik’’ gibi son derece duyarlı bir konudaki tartışmayı yanlış bir forumda ve hırçın ve polemik bir üslup ile tetiklemesi olmuştur. Yılmaz daha önce defalarca yaptığı gibi iktidarda olduğunu unutup muhalefette imiş gibi konuştu. Oysa kendisi Başbakan Yardımcısı ve koalisyon ortağı sıfatıyla MGK'ya katıldığı gibi bu kurulun gündemini saptamada söz sahibidir. Güvenlik politikasının yeni bir değerlendirmeye tabi tutulmasını orada isteyebilirdi. Böyle bir istekte bulunmuş ve bu isteği ret mi edilmiştir? O takdirde dahi tartışmayı parti kongresine taşıması mazur görülemez. Eğer ulusal güvenlik politikası kendi görüşlerine bu kadar ters geliyorsa koalisyondan çekilmesi ve ancak ondan sonra tutumunu açıklaması demokrasilerin politik geleneğine çok daha uygun düşerdi. Mesut Yılmaz'ın işin özünde haklı olduğu da söylenemez. ‘‘Ulusal güvenlik anlayışının devletimizin geleceğini sağlamlaştırıcı her adımın engelleyicisi ve devletin can damarlarını kesen bir yapıda olduğu’’ doğru değildir. Unutmamak gerekir ki terör ile mücadele uzun sürmüş ve Öcalan'ın yakalanması ile ancak 1999'da ona en büyük darbe vurulmuştur. Yine 1999'da Avrupa Birliği Türkiye'nin üyelik statüsünü kabul etmiş ve Türk-Yunan ilişkilerinde bir yumuşama başlamıştır. Bu nedenle güvenlik politikası hakkında yeni bir değerlendirme yapılmasına elverişli ortam ancak iki yıl önce belirmiştir. Ekonomik krizin bunun ivediliğini artırdığı da vurgulanabilir.
***
Yılmaz'ın meseleye bu şekilde yaklaşması gerekirdi. Gerçekten de bugün güvenlik kavramı ve politikası hakkında çok dar bir düşünce modeli içinde sıkışıp kaldığımızı söylemek yanlış olmaz. Güvenlik politikası onu etkileyen bütün unsurlardan arındırılarak ele alınamaz. Genelkurmay'ın da belirttiği gibi iç güvenlik sosyal ve ekonomik koşullara geniş ölçüde bağlıdır. Demokratik reform ile iç güvenlik arasındaki denklem çok tutucu bir şekilde değerlendirilirse uzun sürede ulusal güvenlik daha büyük bir tehdit altında kalabilir. Dış güvenlik ise ekonomi ve dış politika ile sürekli etkileşim içindedir. Güvenlik ekonomik gelişmenin temel şartı ise de, ekonomik gücünün çok ötesinde askeri masraflara katlanan bir ülke sonunda ekonomik gücüne olduğu kadar siyasi ve askeri güvenliğine de zarar verir. Bugünkü dünyada güç kıstası askeri değil, fakat ekonomiktir. Dış politika ile güvenlik politikası arasında da organik bir bağ mevcuttur. Dış politikası gerçekçi olmayan bir ülke lüzumsuz yere kaynaklarını tüketir ve neticede güvenliğini zayıflatır.
***
Evet, Türkiye'nin güvenlik sorunlarının tartışılmasına büyük ihtiyaç vardır, fakat Yılmaz'ın yaklaşımı bu tartışmayı olsa olsa çok daha zor hale getirmiştir. Nitekim Genelkurmay'ın çok dikkatle hazırlandığı anlaşılan açıklaması, beklenebileceğinden de daha sert nitelikte.
Genelkurmay Başkanlığı ile Başbakan Yardımcısı arasında kamuoyu önünde şiddetli bir münakaşa patlak vermesinin demokratik kurallar ile ne kadar bağdaştığı sorgulanabilir. Açıklamanın bazı yönleri de eleştirilebilir. Fakat içerdiği acımasız teşhislere katılmamak mümkün mü? Hepimiz devlet yönetimi krizinden mustarip değil miyiz? Tek umudumuz politik liderlik bakımından Türkiye'nin bugünkü korkunç talihsizliğinin çok geç olmadan sona ermesi değil mi?