Türkiye ve Yunanistan

4. Türk-Yunan Medya Konferansı vesilesiyle İstanbul’da buluşan Türk ve Yunan Dışişleri Bakanları, Ege Denizi’nde ve hava sahasında karşı karşıya gelmeleri ve çatışmaları önlemeye katkıda bulunabilecek bir seri güven artırıcı önlem üzerinde anlaştılar.

İhtilaflar çözümlenmedikçe, güven artırıcı önlemlerin, karşılıklı olarak iyi niyetle uygulandıkları takdirde, gerginlikleri azaltmada mutlaka etkisi olur. Ancak bu önlemler çözümlerin sürekli ertelenmesi sonucunu da doğurmamalıdır. Nitekim medya konferansının açılışındaki konuşmasında Dora Bakoyani’nin çizdiği Türk-Yunan ilişkileri tablosu pek iyimser değildi.

* * *

Bakan, Atatürk ve Venizelos’un temelini attıkları dostluğun 1955’ten beri sarsıldığını ve o tarihten itibaren hemen her yıl bir kriz yaşandığını vurgulayarak "Atatürk ve Venizelos’un bize bıraktığı miras ne oldu?" diye sordu. Güzel bir soru; fakat buna iki tarafın verecekleri cevaplar herhalde birbirinden çok farklı olacak.

Bakoyani bir süre önce Türk ve Yunan savaş uçaklarının karşılaşması sırasında bir Yunan pilotunun hayatını kaybetmesinin Yunan kamuoyunu hayal kırıklığına uğrattığını ve Türkiye’ye karşı güvensizlik doğurduğunu da söyledi. Patrikhane ve Kıbrıs meselelerine eleştirel bir üslupla değindi. Ancak Yunanistan’ın Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemek konusunda stratejik bir karar aldığını ve bu politikada sebat edeceğini teyit etmekten de geri kalmadı.

Gerek Abdullah Gül, gerek Bakoyani, medyanın Türk-Yunan ilişkilerindeki rolü üzerinde bir hayli durdular. İki bakan da kuşkusuz çok haklı. Türk-Yunan ilişkilerinin iniş ve çıkışlarında medyanın oynadığı rol inkár edilemez. İlişkileri yıllarca zehirleyen ve hatta zehirlemeye devam eden bazı sorunların ortaya çıkmasında veya müzminleşmesinde medyaların payı kuşkusuz vardır.

Ancak medyaların 1999’da olduğu gibi Türk-Yunan yakınlaşmasını kuvvetle desteklediği de unutulmamalıdır. Diğer taraftan hükümetlerin de medyayı ve kamuoyunu aydınlatmak görevini yeterince yerine getirdiği söylenemez. Her iki tarafta da son zamanlarda gittikçe yaygınlaşan "kamu diplomasisi"nin önemi bir türlü anlaşılamamıştır.

* * *

Bunun en güzel örneği neredeyse dört yıldan beri Ege sorunları üzerinde sürüp gelen "istikşafi" görüşmelerdir. Bu konuda kamuoyları tam bir karanlık içindeler. Geçenlerde Yunanistan Cumhurbaşkanı bütün ihtilaf konularında Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) başvurulması telkininde bulundu. İyi de hangi koşullarda ve hangi hukuki çerçevede?

Türkiye, UAD’nin mecburi yargı yetkisini kabul etmiş değil. Yunanistan kabul ettiyse de sınırlar ve güvenlik konularını yetki dışında bıraktı. Dolayısıyla Türkiye sahillerine yakın adaların antlaşmalara aykırı olarak silahlandırılmasından kaynaklanan ihtilafı UAD’ye götürmeyi şimdiye kadar kabul etmiyordu.

Kardak krizi sırasında patlak veren adalar ve kayacıklar sorununu da bir egemenlik konusu olarak gördüğünden hukuki bir çözüme yanaşmıyordu. Türkiye’ye gelince, Yunanistan’a ait olmadığında ısrar ettiği adacıklar ve kayalıklar meselesinde hukuki bir çözüme ne kadar güvenebileceği pek belli değil.

* * *

Kıta sahanlığı sorununda ise karasularının genişliği konusunda iki taraf anlaşmadıkça UAD, Ege’de kıta sahanlıkları arasındaki sınırı çizemez. Demek oluyor ki Türkiye ve Yunanistan’ın öncelikle yapması gereken şey, bütün Ege meselelerinde müzakereyle bir an önce bir çözüme varmaktır.

Kıbrıs sorununda görünebilir bir istikbalde çözüm olasılığı bulunmadığına göre Türkiye ile Yunanistan’ın kendi ikili meselelerini, özellikle Ege ve azınlık sorunlarını çözmeye yeni bir ivme vermeleri gerekir.
Yazarın Tüm Yazıları