TÜRKİYE’de son yıllarda dış politika ve güvenlik konularında seminer, panel ve konferans patlaması yaşanıyor.
Çeşitli sorunların enine boyuna tartışılması tabii sevindirici, fakat bazen aynı konular tekrar tekrar ele alınıyor ve çok kere havanda su dövülüyor.
Boğaziçi Üniversitesi-TÜSİAD Dış Politika Forumu’nun ‘Irak’ta Savaş ve Türk-İsrail İlişkileri’ hakkında geçen salı günü tertiplediği toplantı bu açıdan tam anlamı ile bir istisnaydı. Her iki mesele üzerinde de büyük bir itina ile seçilmiş panelistler arasında yüksek düzeyde, anlamlı ve yararlı bir fikir alışverişini izledik.
Ben bugün özellikle Türk-İsrail ilişkileri üzerinde durmak istiyorum, çünkü panele katılan İsrail Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı Alon Aliel bu ilişkilerin çok gerçekçi bir tablosunu çizdi. Aliel, İsrail devletinin Türkiye tarafından tanınmasından beri bu ilişkilerin geçirdiği inişli çıkışlı yolu kısaca hatırlattıktan sonra 1990’lı yıllardan başlayarak gittikçe gelişen ortaklığın bir irdelemesini yaptı. Söylediklerini şu şekilde özetleyebilirim:
‘1990’lı yıllarda Türkiye ABD’den sonra İsrail’in en önemli ortağı haline geldi. İki ülke askeri eğitim, istihbarat ve savunma endüstrisi alanlarında kapsamlı ve stratejik diye nitelendirilebilecek bir işbirliğini geliştirdikleri gibi Ortadoğu’da çıkarlarının örtüştüğü değerlendirmesini yaptılar ve birbirlerine küçümsenemeyecek ölçüde diplomatik destek verdiler.
İlişkilere not atmak gerekiyorsa 1993’ten 2000 yılına kadar 10 üzerine 10 vermek doğru olur. 2000 yılında ikinci İntifadanın başlaması ile ilişkilerde bir erozyon kaçınılmazdı ve o tarihte gerek İsrailli gerek Türk diplomatlar karamsarlığa kapıldılar.
Oysa 2004 yılına kadar işler o kadar bozulmadı, 10 üzerine 8 düzeyinde kalındı. Fakat bu yılın mart ayında Başbakan Erdoğan’ın İsrail’i devlet terörizmi uygulamakla suçlayan konuşmaları ile iniş süreci süratlendi. Artık ilişkilerin 1990’lı yıllardaki düzeyine dönmesini bekleyemeyiz. Daha gerçekçi bir çerçeve içinde yeni bir değerlendirme yapılmalıdır. Böyle bir değerlendirmede vurgulanması gereken ilk nokta Türkiye’nin Filistin ihtilafının çözümüne katkıda bulunamayacağıdır.
Bunun nedeni basittir. İsrail ile Filistinliler arasında en aşağı daha on yıl çözüm gündemde olmayacaktır. Dolayısı ile Türkiye’nin artık yapabileceği katkı kriz yönetimine yönelik olmalıdır. Türkiye aynı zamanda ortam elverişli olursa Suriye ile İsrail arasında barış müzakerelerinin başlamasında rol oynayabilir.’
Alon Aliel Türkiye’nin kriz yönetimine yapabileceği katkı hakkında somut bir örnek de verdi. İsrail Gazze’den çekilince İsrailli yerleşimcilerin çok verimli tarım işletmelerinin akıbetinin sorun teşkil edeceğini, Filistinlilere derhal devredildikleri takdirde bunların mafyaların eline geçeceğini, bu yüzden uzunca bir süre için işletmelerin yönetiminin Türk firmalarınca üstlenilmesinin yerinde olacağını belirtti. Kendisine İsrail’in vaktiyle Sina Yarımadası’nda yaptığı gibi yerleşimcilerin terk ettikleri evleri tahrip edip etmeyeceklerini ve tahliyeden sonra Gazze’deki hukuki durumun ne olacağını sordum. Aliel evlerin tahrip edileceğini, fakat işletmelere dokunulmayacağını, çekilmeden sonra hukuki durumun çok karmaşık olacağını söyledi.
İsrail, çekildikten sonra dahi Gazze’nin kara sınırlarının, hava ve deniz sahalarının kontrolünü elinde bulundurmaya devam edecek. İntihar ve füze saldırıları sürerse zaman zaman askeri operasyonlara girişecek. Türk firmalarının, Filistin yönetiminin rızası olmadan, İsrail tarafından kendilerine doğrudan devredilen bir sorumluluğu yüklendikleri izlenimini vermemeleri herhalde doğru olur.