TÜRKİYE ile İsrail arasında son zamanlarda beliren rahatsızlıklar aslında ikili ilişkilerden kaynaklanmıyor. Doğrudan bu ilişkileri etkileyebilecek tek unsur İsrail’in Irak Kürtlerine askeri yardım ve destek sağladığı yolundaki haberlerdir.
Bu haberlerin doğruluk derecesini tabii bilmiyoruz, fakat Türkiye ile İsrail’in Irak vizyonlarının birbirleri ile örtüşmediğini söylemek yanlış olmaz. Bunun dışında iki ülke arasındaki ilişkilere olumsuz tesir eden başlıca neden İsrail’in politikasının bütün Ortadoğu için oluşturduğu çok ciddi tehlikedir. İsrail Irak savaşı ve sonuçlarından istifade ederek benmerkezci, ceberrut ve fütursuz bir siyasete kilitlenmiştir. Kimse İsrailli sivillere karşı girişilen intihar saldırılarını tasvip etmiyor.
Ancak, bu saldırılara karşı İsrail’in ölçüsüz kuvvet ve baskıya başvurmasına tepkisiz kalmak da zordur. Başbakan Erdoğan‘devlet terörü’ diyerek bu tepkiyi belki biraz maksadı aşan bir şekilde ifade etti.
İsrail’in intihar saldırılarını önlemek iddiası ile inşa etmekte olduğu 660 kilometre uzunluğundaki duvarın ise hukuka aykırı fiili bir ilhak sayılması gerektiğini Uluslararası Adalet Divanı (UAD) 9 Temmuz’da aldığı kararda açıkça belirtmiştir. UAD kararında duvarın bir güvenlik kaygısına cevap verdiği savını da reddediyor. Divan duvarın 1967 sınır çizgisine göre İsrail toprakları içinde kalan kısmına değil, fakat Filistin topraklarının %16’sını çevreleyecek, Kudüs’ün de etrafını saracak ve 230,000 Filistinliyi izole edecek bölümüne itiraz ediyor. Ne var ki, UAD kararına uyulmamasının bir yaptırımı yok. Divan bu nedenle duvarın inşasının yarattığı hukuk dışı duruma son verilmesi için BM Asamblesi ve Güvenlik Konseyi’ne çağrıda bulunuyor. Bu çağrının da pratik bir değeri yok, çünkü Güvenlik Konseyi’nde ABD nasıl olsa vetosunu kullanır, Asamble kararları ise ancak tavsiye niteliğinde.
Sharon hükümeti Batı yakasında duvar inşa ederken Gazze’yi de tahliyeye hazırlanıyor. Filistinlileri memnun etmesi gereken bir önlem, fakat aynı zamanda zehirli bir hediye. Filistinlilerin içinde bulundukları siyasi koşullarda Gazze’de güvenliği sağlamaları ve Hamas gibi örgütlere söz geçirmeleri çok güç. Kaldı ki İsrail Gazze’nin deniz ve hava sahasını ve Gazze-Mısır sınırını kontrole muhtemelen devam edecek.
İsrail’in politikasının endişe yaratan bir başka boyutu var. Ortadoğu’da nükleer silahların monopolünü elinde tutan İsrail Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na taraf olmayı ve Uluslararası Atom Enerjisi’nin kontrolü altına girmeyi reddediyor. İsrail’in bölgede tek nükleer devlet olarak kalmasının tehlikesi gözardı edilemez. Ortadoğu’nun nükleer siláhlardan arındırılması bölgenin sürdürülebilir bir barış ve güvenlik ortamına kavuşmasının şartlarından biridir.
Türkiye’nin İsrail ile önemli ve kapsamlı bir askeri işbirliği boyutunu da içeren ilişkilerinin, bütün bu unsurlardan etkilenmemesini düşünmek mümkün değildir. Ortadoğu’daki çıkarlarımız ve bölgede oynamaya aday olduğumuz rol açısından İsrail’e karşı politikamızda bir dengeyi korumak zarureti vardır. Bu dengenin parametrelerini değerlendirmenin zamanı galiba gelmiştir.