ORTADOĞU’da veya Kafkasya’da ne zaman ciddi bir kriz çıksa "Türkiye arada kalıyor" veya "fatura yine bize çıkacak" gibi yakınmaların ardı arkası kesilmiyor.
Mağduriyet psikolojisinden mi, yoksa aşırı bir benmerkezcilikten mi mustaribiz, pek bilemiyorum.
Elbette Irak savaşı ve Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesi, Türkiye için olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Fakat bir kere bu gibi elimizde olmayan gelişmelerde yakınmanın faydası yok, ikincisi saldırılara uğrayan ülkeler kadar zarara uğradığımız iddia edilemez.
Üstelik bu krizler jeopolitik konumumuz dolayısıyla dış politikamızda önemli fırsatlar çıkarmıyor değil. Bunlardan istifade edemiyorsak,o başka mesele.
* * *
Gürcistan’da Saakaşvili’nin hatasını istismar eden Rusya’nın bir oldubittisi ile karşı karşıyayız. Rusya’nın bağımsızlıklarını tanıdığı Güney Osetya ve Abhazya üzerinde Gürcistan’ın tekrar egemenliğini tesis etmesi söz konusu değil.
Bu krizde, fiili duruma rağmen, istesek de istemesek de, NATO ile dayanışma halinde Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü savunmaya devam etmeliyiz; çünkü Gürcistan ile ilişkilerimizin bozulmasının sonuçları aleyhimize olur. Şanghay İşbirliği Örgütü üyeleri bile toprak bütünlüğü prensibinde ısrar ederken Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlıklarını tanımayı herhalde aklımızdan geçiremeyiz.
Böyle bir tanımanın Rusya’nın KKTC’yi tanımasına yol açabileceği gibi bir hayale kapılmak da mümkün değil. KKTC’nin statüsü çok değişik. Çünkü onun bağımsızlığı Kıbrıs’ın tekrar birleşmesine engel oluşturmuyor. KKTC’nin bağımsızlık bildirisi, amacın yine adanın kuzeyi ile güneyinin bir federal çözümle birleşmesi olduğunu vurgulamıştı.
Nitekim 3 Eylül’de Kuzey ile Güney arasında çözüm müzakereleri yeniden başlayacak. Rusya’nın KKTC’yi tanıması ihtimali de zaten hiç yok. Güney Kıbrıs ile arasında Sırbistan ile olduğu gibi Ortodoksluk dayanışması var. Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’nde Güney Kıbrıs’ı sürekli koruduğunu nasıl unuturuz?
"Türkiye arada kaldı" deniyor; çünkü Rusya Genelkurmay Başkan Yardımcısı, Karadeniz’e geçen ABD gemileri, Montrö Sözleşmesi’nde öngörülen 21 günlük sürenin bitiminde Akdeniz’e geri dönmezlerse bundan Türkiye’nin sorumlu olacağını söylemiş. Anlaşılan Rus generalleri de ileri geri konuşmak eğilimdeler.
Montrö Sözleşmesi’nde, sahildar olmayan devletlere ait savaş gemilerinin Karadeniz’de öngörülen sürenin ötesinde kalmaları halinde Türkiye’nin bundan sorumlu olacağına dair bir hüküm yok. Rusya’nın bu konuda muhatabı Türkiye değil, Amerika’dır.
Montrö Sözleşmesi’nin normal barış zamanında kendi lehinde olduğunu Moskova gayet iyi bilir. Şayet Boğazların statüsü Montrö Sözleşmesi’ne değil, diğer boğazlar gibi Montego Bay Sözleşmesi’ne tabi olsaydı, ABD bütün donanmasını Karadeniz’e süre sınırlaması olmadan gönderebilecekti.
Şunu da belirtmek lazım. Türkiye’nin bugün askeri bakımdan Rusya’dan korkması için bir neden yok. Evet, enerji kozunu elinde bulunduruyor, fakat bunu kullanmanın kendisine de zarar vereceğini mutlaka biliyordur.
* * *
Kısa vadede en büyük tehlike, Saakaşvili’nin devrilmesi ve yerine Rus nüfuzu altında birinin gelmesidir. Tiflis-Bakü-Ceyhan gaz boru hattı, asıl o zaman bloke edilebilir. Türkiye’nin bu açıdan da çıkarı ABD ile aynıdır ve Saakaşvili yönetimine daha fazla ekonomik destek sağlanması için özellikle AB ülkelerine çağrıda bulunmalıdır.
Diğer taraftan Ukrayna üzerinde, özellikle Kırım’da Rus baskısının artacağının işaretleri bugünden görülüyor. Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün korunması da Türkiye’nin lehinedir. Sovyet emperyalizmi özlemi gittikçe artan Rusya’nın Karadeniz’de daha güçlü hale gelmesi bizim de çıkarlarımıza aykırıdır.
Uzun vadede Güney Osetya ile Abhazya’nın Gürcistan’dan koparılmasının diğer bölgelere yansımalarının neler olabileceğini bugünden öngörmek zor. Aynı akıbetle karşılaşabileceğimiz başka durumlar eksik değil.
Türkiye bugünkü karmaşık durumda Rusya ile mümkün olduğu kadar gerginlik yaratmayacak bir yol izlemeli, fakat temel menfaatlerinin ancak Batı ile dayanışma içinde korunabileceği bilinciyle hareket etmelidir.