Paylaş
Türkiye ile Yunanistan arasında buzlar hükümetler düzeyinde 17 Ağustos depreminden önce de erimeye başlamıştı. Depremden sonra Yunanlı halkı Türk halkını kucakladı. İki gün önce Atina şiddetli bir depremle sarsıldı. Türkler, Yunanlılara karşı aynı sıcaklıkta hislerle dolu. Bu kader birliği ve dayanışma ortamında iki taraf diplomasisine olduğu kadar, sivil toplum örgütlerine de büyük görev düşüyor.
Yıllardan beri, resmi ilişkilerin inişli çıkışlı seyrine ve gerginliklere rağmen, değişik forumlarda bir araya gelen Türk ve Yunan vatandaşları, çeşitli alanlarda karşılıklı anlayış ve işbirliğini geliştirmeye çabalıyorlar. Bunlardan en göze çarpanı, iki ülkenin tanınmış işadamlarını buluşturan ‘‘Türk-Yunan İş Konseyi’’dir. Öcalan'a Atina'nın verdiği desteğe tepki olarak Türk üyelerin terk ettiği bu kuruluş şimdi yine faaliyete başlamaya hazırlanıyor.
Başka bir benzer kuruluş, ‘‘Türk-Yunan Forumu’’dur. Buna sadece iş adamları değil, fakat aynı zamanda gazeteciler, milletvekilleri, akademisyenler ve diplomatlar katılıyor. 1998 yılının başından beri aktif olan ve benim de üyesi bulunduğum forum, hafta başında Ankara'da toplanarak Dışişleri Bakanı Cem ve Devlet Bakanı Gürel ve İrtemçelik'le temaslarda bulundu ve deprem sonrası gelişmelerin bir değerlendirmesini yapmaya çalıştı.
Üzerinde durduğumuz bir konu, Yunan halkının coşkulu tepkisinin psikolojik izahı oldu. Yunanlı karşıtlarımız ile görüş alışverişinden şu sonuç çıktı: Yunanlılar da geçmiş yıllarda depremlerden büyük ıstırap çektiler, aynı bölgede aynı akıbete uğrayanlara karşı bir insani dayanışma hissi doğaldı. Fakat sempati dalgası süratle büyüdü, o kadar ki genellikle Türk düşmanlığını gelenek haline getiren çevreler ve bu meyanda Ortodoks Kilisesi de yardım kampanyasına katıldı. Kolektif belleğin de bir ölçüde etkin olduğu anlaşılıyor. Yunanistan'da Türkiye'den göç etmiş yüzbinlerce insanın çocukları ve torunları yaşıyor. Onlar, ailelerinden, göçten önce Türkiye'de Rumlar ile Türklerin bireysel alanda dostluk içinde yaşadıklarını duymuşlar.
Altı çizilecek bir başka olgu, Yunanlıların Türkiye ile birçok alanda etkileşim içinde olduklarını daha iyi idrak etmeleri. Marmara Denizi'nde bir büyük ekolojik felaketin Ege'ye de yayılarak kendilerine de büyük zarar vereceğinin bilinci içindeler. Ege ve Akdeniz'de benzer afetlerden korktukları gibi, Türkiye'de inşası düşünülen nükleer enerji santrallerinden de ürküyorlar.
Kamuoylarındaki olumlu gelişmelere rağmen aşırı iyimserlikten kaçınmak isabetli olur. Beklentilerin çok yüksek olması, hükümetlerin işini güçleştirir. Her iki tarafta da bir günden diğerine bazıları kalıplaşmış politikaları değiştirmek o kadar kolay değil. Ankara zaten gerçekçi davranıyor ve hayale kapılmıyor. Nitekim, Finlandiya'da Saariselka'da düzenlenen gayri resmi AB Dışişleri Bakanları toplantısında, Yunanistan pozisyonunu ancak bir ölçüde olumlu yönde ayarladı. Bazı fonlar üzerindeki vetosunu korurken, Türkiye'ye deprem yardımı yapılabilmesi için diğerlerini serbest bıraktı. Neticede Türkiye kendisine daha önce ve özellikle Gümrük Birliği çerçevesinde vaat edilen yardımların ancak üçte birini alacak. Adaylık konusunda ise, Yunanistan adaylığın şartsız kabul edilmesini öneren ülkelerle bazı koşullarda ısrar eden İskandinav ülkeleri arasında birincilere daha yakın ortalama bir yol izledi. Yunanistan galiba bir pazarlık peşinde. Güney Kıbrıs'la müzakerelerin soruna bir çözüm bulunmadan sonuçlandırılmasına karşı gelen ülkeleri, bu tutumlarından Türkiye'nin adaylığını destekleyerek vazgeçirmek istiyor. KKTC ve Türkiye'nin yıllardan beri mevcut müzakere parametrelerini zamansız değiştirmiş olması işini kolaylaştırıyor.
Aslında Kıbrıs politikamızda biraz daha esnekliğin zamanı çoktan gelmişti! Dışişleri Bakanlığı şimdi yeni bir değerlendirmeden kaçınmamalıdır.
Paylaş