GEÇEN hafta sonunda Atina’da yoğun bir Türk-Yunan diyaloğu vardı. Medya temsilcileri, Türk-Yunan Forumu üyeleri ve iki tarafın üniversitelerinden öğrenciler bir araya geldiler.
Ben bugün özellikle bu sonuncu buluşmadan, ‘Anlaşmazlıkları Çözmeyi ve Barış Üretmeyi Öğrenme’ konferansından söz etmek istiyorum.
Ege ve Kıbrıs sorunları ve Patrikhane gibi hassas konuların ele alındığı bu konferansta yaratıcı bir yöntem uygulanmıştı. Tartışmalar ayrı ayrı Türk ve Yunanlı gruplar arasında yapılmıyordu. Her grupta hem Türk hem de Yunanlı öğrenci vardı.
Oydaşmaya dayanan, dogmatizmden ve benmerkezcilikten uzak değerlendirmeler sundular, dengeli çözüm yolları önerdiler. Toplantı saatleri dışında dostluklarını geliştirdiler. Çok başarılı girişimleri için Yunan tarafından ‘Avrupa ve Dış Politika Vakfı’nı ve Türk tarafından Sabancı Üniversitesi bünyesindeki ‘İstanbul Politika Merkezi’ni kutlamak gerekir.
* * *
‘Türk-Yunan İlişkileri: Dün ve Bugün’ konusunda bir sunuş yapmak üzere benimle birlikte Yunanistan’ın en saygın diplomatlarından Byron Theodopoulos da toplantılara davet edilmişti. İkimiz de geçmiş deneyimlerimize dayanarak bugünü değerlendirdik.
Theodopoulos, ’Mazideki savaşları artık geride bırakalım’ derken ben Türk-Yunan ilişkilerine 1999’dan beri damgasını vuran olumlu gelişmelerden artık geriye dönüş olasılığını çok zayıf gördüğümü vurguladım. Theodoropoulos, kendi kişisel tecrübelerinin etkisiyle geçmiş hakkında oldukça kasvetli bir tablo çizdi.
Ne de olsa 6 Eylül 1955 olayları sırasında İstanbul Başkonsolosluğu’nda görev yapmış ve daha sonra meslek hayatının büyük bir kısmında Türk-Yunan ihtilaflarıyla uğraşmıştı. Fakat Yunanlı diplomat aynı zamanda gerçekçiydi. Bundan birkaç yıl önce üç eski meslektaşıyla birlikte Kıbrıs’ta bir çözümün iki ayrı devlet formülüyle çözümlenmesinin daha akılcı olacağını savunduğu için şimşekleri üzerine çekmişti.
Konuşmasında 1931’de hava sahasının 10 mile çıkarılmasının belki o tarihte Yunanistan’ın güvenliği bakımından gerekli olduğunu; fakat bugün anlamını yitirdiğini, kara sularının 6 milden 12 mile genişletilmesinin de Yunanistan’ın güvenliğine bir katkıda bulunmayacağını belirtti. Buna karşılık, ’gri bölgeler’e atıf yaparak, Ege’de bazı kayalıkları ele geçirmesinin Türkiye’nin güvenliğini artırmayacağını söylemeyi de ihmal etmedi.
* * *
Peki hükümetler, Ege sorunlarını çözmek ne yapıyorlar? Ankara ile Atina arasında neredeyse üç yıldır Ege sorunları üzerinde ön görüşmeler cereyan ediyor. Her iki taraf da şimdiye kadar görüşmelerin seyri konusunda en ufak bir bilginin dahi sızmasını önlemede büyük başarı gösterdiler.
Anlaşılıyor ki aceleleri yok. Ya bazı konularda takıldılar, ya da bazı kompromilere vardılarsa bile bunlar hakkında kamuoyuna şimdilik bilgi vermekten kaçınıyorlar. Kuşkusuz görüşmeler sürdükçe Ege sorunları AB üyeliği sürecinde son aşamaya kadar bizi fazla rahatsız etmez.
Yine de çok gecikmeden bir çözüme varmakta büyük yarar vardır. Ege sorunlarını aslında önemli ölçüde Kıbrıs meselesi tetiklemiştir; fakat bu sorunların Kıbrıs’tan bağımsız olarak çözümlenmesi mümkündür.
* * *
Kıbrıs sorununa gelince, bu köşede iki devlet opsiyonundan sık sık bahsettiğim hatırlanacaktır.
Annan Planı temel alınarak makul bir sürede çözüme varılamazsa yine Annan Planı parametreleri içinde AB üyesi iki devlet çözümünden başka çare kalmaz.
Her ikisinin de AB üyeliği, adanın bölünmüşlüğüne fiilen son verir. Fakat böyle bir opsiyonun gerçekleşmesi, her şeyden önce, Türkiye’nin, meseleye yaklaşımını belirleyen düşünce modelinde ve müzakere taktiği hakkındaki konsept ve geleneğinde köklü bir değişiklik yapmasına bağlıdır.