TÜRKİYE’nin geçirmekte olduğu köklü değişimde laik ve dini değerler arasındaki etkileşimin toplumsal ve politik alanlara yansıması kilit bir öğe teşkil ediyor.
Bu bağlamda türban meselesinin kişisel inanç ve tercihin ötesinde bir önemde olduğu görmezlikten gelinemez.
Sosyolojik açıdan türbanın çok çarpıcı bir tahlilini Nilüfer Göle‘Melez Desenler’ kitabında yapmış: ’Bütün Müslüman toplumlarda İslamcı hareketler, kadının örtünmesi vasıtasıyla görünürlük kazanmışlardır. Kadınların bugünkü örtüsü siyasi katılımın ve İslami kimliğin aktif ve gönüllü olarak yeniden uyarlanışını ifade etmektedir. Dolayısı ile yeni örtünün pasif, eğitimsiz, kendini aile hayatına adamış ve uysal olarak tarif edebileceğimiz geleneksel Müslüman kadın imajı ile hiçbir ortak noktası bulunmamaktadır. Eğitimli İslamcı kadınlar, geleneksel Müslüman kadından ziyade, laik ve iddialı modern kadını hatırlatmaktadır.’
***
Bu irdelemeden hareketle laik ve İslami politik felsefe ve yaşam üsluplarının zamanla birbirleriyle uyum sağlayacakları sonucuna varmak kuşkusuz mümkündür.
Ne var ki, geçiş döneminde türban meselesinin yarattığı açmaz ciddidir ve devlet ve toplum düzeyinde sık sık tanık olduğumuz zıtlaşmalar ve kırgınlıklar, bir yol kazasına uğramadan bu açmazın üstesinden gelmenin o kadar kolay olmayacağını göstermektedir.
Bugün türban sorununa değinmeme, olimpiyatların açılış töreni neden oldu. Çeşitli ülkelerin atletleri geçerken televizyon kameraları o ülkelerin devlet veya hükümet başkanlarını görüntülüyorlardı. Sıra Türkiye’ye gelince Başbakan ve eşi de ekranlarda göründüler ve o anda bütün hoşgörü eğilimime ve Başbakan’ı çok takdir etmeme rağmen eşinin türbanının ve giysisinin törenin bütün atmosferi ve anlamı ile gerçekten çelişki teşkil ettiğini düşünmekten ve burukluk hissetmekten kendimi alamadım.
Belki yüz milyonlarca insan tarafından seyredilen bir yayında Türkiye’nin başka bir imaj oluşturmasını çok isterdim. Müslüman ülkelerin çoğunda lider eşlerinin örtünmediğini, örtünenlerin de eşlerine refakat etmediklerini, bunlardan bir kısmının da Batı’ya özel olarak gittikleri zaman ‘láik’ kıyafet giydiklerini unutmayalım.
***
Geçenlerde Fransız Le Point Dergisi’nde Türkiye’nin AB üyeliğine muhalefetini bildiğimiz UDF partisi başkanı François Bayrou ile bir söyleşiyi okudum.
Bayrou yine saplantılarını ve önyargılarını dile getiriyordu, fakat bir gözlemi dikkat çekiciydi. Başbakan Erdoğan kendisi ile görüşürken ‘İnsanlar ve kişiler laik değildir, sadece devlet láiktir’ demiş.
Bayrou’nun buna tepkisi şöyle: ’Biz Avrupalıların laikliği içimizdedir. Yaşamımızda dini inançlarımızla bir vatandaş olarak hayatımıza ait olanı ayırt ederiz. İç laiklik bizim yaşam tarzımızın, toplumumuzun mihenk taşıdır.’
***
Bu açıdan bakılınca siyasi lider eşlerinin örtünmeleri iç dinselliğin politik alana aktif bir şekilde taşınması değil midir? Türbanın, devletin zirvesinde yarattığı ve ister istemez devletin işlevini olumsuz etkileyen gerginliklere ek olarak Türkiye’nin dünyadaki imajına da olumsuz tesir ettiği yadsınamaz.
Unutmayalım ki AB ülkelerinin liderleri, AKP hükümetinin icraatını sürekli övmekle beraber özellikle 11 Eylül’den sonra laiklik konusunda daha duyarlı olmuşlardır.
Kazanmaya çalıştığımız Avrupa kamuoyu da kültürel farkları aksettiren semboller konusunda çok hassastır.