ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Türkiye dahil Avrupa ülkelerine ve Ortadoğu’ya yaptığı ziyaretlerde genellikle sempatik ve olumlu bir imaj yaratmayı başardı.
Irak’taki seçimler ve Filistinliler ile İsrail arasında şiddete son verilmesi konusunda varılan anlaşma zaten bir ölçüde iyimser bir havaya elverişliydi. Ayrıca, Rice’ın kişiliğinin, imajında rol oynadığı söylenebilir.
Selefi Collin Powell gibi o da Afrika kökenli. İnsafsız bir ırk ayrımcılığına karşı mücadeleyi başlatan Alabama’dan geliyor. Bir ‘şahin’ şöhretine rağmen Rumsfeld,Wolfowitz ve Perle gibi ‘yeni muhafazakárlar’grubuna dahil değil. Seyahati boyunca temkinli ve yapıcı bir üslup kullanmaya itina gösterdi.
***
Paris’te ‘Siyasal Bilimler Enstitüsü’ndeki konuşmasında Rice özellikle ABD-AB ilişkilerinde yeni bir görüş açısı sergilemeyi amaçlıyordu. ‘Eski Avrupa-Yeni Avrupa’ ayrımı ve AB’nin bölünmüş ve güçsüz kalmasını ABD’nin çıkarlarına uygun bulan Bush yönetimine yakın siyasal bilimcilerin teorileri bir hayli tedirginlik yaratmıştı.
Rice konuşmasında, ABD ile AB arasında yeni bir sayfa açılması gereğine değinerek ABD’nin ‘Avrupa’nın gittikçe kuvvetlenen birliğini memnunlukla karşıladığını ve daha kuvvetli bir Avrupa’nın her bakımdan Amerika için kazanç teşkil edeceğini’ vurguladı.
ABD-Fransa ilişkilerinin görüntünün aksine fiiliyatta işbirliği zeminine dayandığını, birçok alanda ortak hareket edildiğine işaret etti. Tipik bir örnek olarak, Suriye kuvvetlerinin Lübnan’dan çekilmesi için ABD ile Fransa’nın BM Güvenlik Konseyi’ndeki ortak girişimlerini gösterdi.
***
Rice’ın iyi niyet gösterilerine ve iyimserliğine rağmen AB ile ABD arasında ciddi görüş farkları eksik değil. Bunların bir kısmı küresel sorunlara ilişkin. ABD ileride askerlerinin yargılanabilmesi olasılığından çekindiği için Uluslararası Caza Mahkemesi’ne şiddetle karşı çıkıyor.
Türkiye gibi mahkemenin statüsünü imzalamadı. Küresel ısınmaya yol açan gaz emisyonlarının sınırlandırılmasını öngören Kyoto Protokolü’ne katılmadı. Fakir ülkelerin borçlarının silinmesi amacıyla İngiltere ve Fransa’nın aldığı inisiyatife pek sıcak bakmıyor.
Bu uyuşmazlıklara ek olarak Çin ve İran konusunda politikalar ahenkli değil. ABD 1989’dan beri Çin’e karşı uygulanan silah ambargosunu AB’nin kaldırmasını istemiyor. İran konusunda ise nükleer silah üretimine yarayacak uranyum zenginleştirilmesi programlarına son verilmesi için Fransa, Almanya ve İngiltere’nin girişimlerini destekliyor; fakat bunlara katılmayı reddediyor.
Şimdiki aşamada kuvvet kullanımının gündemde olmadığını belirtmekle beraber, bu olasılığa kapıyı kapatmıyor.
***
Bugünkü çelişkili tabloya rağmen AB ile ABD birbirlerine muhtaç bulundukları bilincine gittikçe daha fazla varmaktadırlar. AB ile ABD arasında dayanışma ve işbirliği, terör gibi ortak tehditlere karşı mücadeleyi kuvvetlendirecek ve küresel olduğu kadar bölgesel sorunların da çözümüne katkıda bulunacaktır.
Türkiye, bazılarının savunduğu gibi, iki güç arasında birtakım diplomatik taktiklerle avantaja çevirebileceği bir menfaat çatışmasına bel bağlamamalıdır. Aksine ABD ile AB arasında uyumu yeğlemelidir.
Mesela, İran konusunda ABD’nin AB politikasına daha fazla yakınlaşması, Irak’taki ve bölgedeki demokratik gelişme ve istikrar arayışında AB ile ahenkli şekilde hareket etmesi, dayatma değil ikna ve teşvik yöntemine daha yatkın hale gelmesi Türkiye’nin çıkarınadır.
AB üyelik sürecinde dış politikanın, ABD veya AB ile sürtüşme nedeni olması Türkiye’yi zorlar. Transatlantik ilişkilerin tamir edilmesi, Türkiye’nin jeopolitik önem ve işlevinin de daha iyi algılanmasına ve uluslararası güvenliğe katkısının daha iyi değerlendirilmesine yardımcı olacaktır.