GEÇEN hafta salı günü başlayan, özellikle de Diyarbakır ile Batman’da çatışmalara ve ölümlere yol açan olaylar üç gün sonra yatışırken, hemen arkasından Kızıltepe’de, Silopi’de, Silvan’da ve Yüksekova’da da göstericiler ile polisler arasında çatışmalar oldu.
Olaylar İstanbul’a da taşındı. Bunların tekrarlanıp tekrarlanmayacağını kestirmek çok zor. Diyarbakır Valisi Efkan Ala’nın, Can Dündar’la Radikal Gazetesi’nde pazar günü yayımlanan söyleşisinde belirttiği gibi ortalık durulunca acele edip "iş çözüldü" sanmayalım. Ortalık karışınca "Her şey bitti" demeyelim.
Sorun çok çetrefil ve uzun vadeli. Sihirli bir çözümü yok. Başka ülkelerde, örneğin İrlanda’da ve İspanya’nın Bask bölgesinde yaşanan sorunlardan çok daha geniş boyutlu. Sınır ötesi gelişmelerle sürekli etkileşimi var. Bir çözüm bulmak, her şeyden önce teşhiste hata yapmamaya bağlı.
* * *
Teşhis de kolay değil. Bugün Türkiye’de hálá "Kürt meselesi" demek bile eleştiriliyor. Şiddetin artmasına, Kürt kimliğini tanıyan ifadelerin neden olduğu ileri sürülüyor. Bir doktorun, hastalığın ismini söylemesine kızmaya benzeyen bir tutum. "Kürt meselesi" bugünün sorunu da değil. Değişik şekillerde Türkiye’de asırlardan beri mevcut bir olgu.
Bir başka görüşe göre ise son karışıklıkların nedeni AB. Onun bize dayattığı reformlar teröre karşı mücadeleyi imkánsız hale getirdi. Hatta PKK’nın başından beri arkasında Batı ve ABD var. Amaçları Türkiye’den bir parça ayırarak bağımsız bir Kürdistan’ın kurulması.
Kuşkusuz PKK ve genellikle Kürtler dışarıdan destek gördüler, görmeye de bir ölçüde devam ediyorlar; fakat terörün başlamasında ve yayılmasında asıl ivmenin Türkiye’nin 1970’li yıllarında içine düştüğü kaostan ve ideolojik bölünmeden, her türlü radikalizmden kaynaklandığı nasıl inkár edilebilir?
Öcalan’ı 1999’da Türkiye’ye teslim ettiği için ABD’yi kınayanlar da az değil. İyi de PKK liderinin tesliminde ısrar eden biz değil miydik? Yakalanması ile terör olayları uzun süre durmadı mı? Sonradan çeşitli nedenlerle hortlayan terör şimdi onu yine efsaneleştirmeye çalışıyor.
* * *
AB’ye gelince, AB’nin bizden istediği reformlar, demokrasinin ve kurumlarının güçlendirilmesine yönelik. Bugün AB ülkelerinin hemen hepsi terör tehlikesiyle karşı karşıya. Terörle mücadelenin gerektirdiği makul ve dengeli tedbirlere itiraz edemezler.
AB üyelik sürecinin Kürt sorununu mutlaka çözümleyeceğini kimsenin iddia edemeyeceğini ileri sürenler haklıdır. Fakat çözüm için en büyük şans yine bu süreçtedir. Süreçten kopmanın, ortamı şiddete daha da müsait hale getireceği kesindir.
Diyarbakır olaylarında güvenlik güçlerinin temkinli davranması ve provokasyonlar karşısında soğukkanlılığını kaybetmemesi çok daha vahim gelişmeleri önledi. Fakat bunu da tenkit edenlere, devlet aciz kaldı diyenlere rastlanıyor. Başbakan ise medyanın PKK terörüne propaganda imkánı vermemesini istiyor.
Medya zannediyorum ki bu defa genellikle isabetli bir yaklaşım sergiledi. PKK’dan kopmayan Kürt kökenli aydınları ve politikacıları ağır biçimde eleştirdi. Ancak medyanın haber vermek işlevini yerine getirmemesi beklenemez. Zaten, küreselleşen dünyada haberler bütün dünya medyasına anında aksediyor ve kamuoyunu etkiliyor. Bunun çaresi yok.
* * *
Türkiye daha uzun yıllar, belki de gittikçe ağırlaşan koşullar altında Kürt sorunuyla uğraşacaktır.
Sorunun, ekonomik, sosyal, siyasi ve psikolojik unsurlarını ve güvenlik yönünü çok iyi tahlil etmek, kapsamlı, somut, gerçekçi ve uygulanabilir bir politika geliştirmek mecburiyetindedir.
Bunu şimdiye kadar yapamamıştır. Daha fazla gecikmenin bedeli çok ağır olur.