Teröre tepki

TERÖRLE mücadele birimleri, İstanbul’da 2003 Kasım’ında girişilen eylemleri takiben terörün diğer Avrupa ülkelerine sıçrayacağı yolundaki uyarılarında haklı çıktılar. 2004 yılında Madrid, birkaç gün önce de Londra korkunç saldırılara uğradı.

El-Kaide güdümlü veya onun izinden giden terör örgütlerinin Irak’ta bütün enerjilerini tüketmekte oldukları şeklindeki yorumların gerçeği yansıtmadığı Londra’da kanıtlandı. Global terör 21’inci asrın en büyük tehdidi olmaya devam edecek. Radikal İslamcılığın beslediği bu terör, hedeflerini seçerken Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında bir ayrım yapmıyor.

Nitekim Londra’da bombalanan metro istasyonlarından bir tanesi, Arapların yoğun olarak yaşadıkları bir semtte bulunuyor. Irak’ta her gün katledilenler de hesaba katıldığı takdirde şimdiye kadar köktendinci terörün Müslüman kurbanlarının sayısı çok yüksek.

* * *

Terör konusunda kendi tecrübesi ışığında Türkiye’nin özellikle hassasiyet duyması doğaldır. Kaldı ki son zamanlarda bölücü terör eylemleri aralıksız sürüyor. Bu nedenle Türkiye’nin başka ülkelerdeki eylemleri kınarken terörle mücadelesinde uzun yıllar kendisiyle işbirliği yapılmadığını, hatta Batılı ülkelerden PKK’ya destek geldiğini hatırlaması ve hatırlatması yadırganmamalıdır.

Ne var ki, Türkiye’nin dayanışma çağrılarına vaktiyle uyulmuş olsaydı, bunun, bugünkü global terörü önlemede etkili olacağı savı pek gerçekçi görünmüyor. PKK tedhişi bir ülke içinde bir hedefe yönelikti. Geniş ölçüde sol ideolojiden ve etnik milliyetçilikten besleniyordu. Ona politik ve lojistik destek verenler ya Türkiye’nin zayıflamasını isteyenler veya Kürtlere sempati besleyenlerdi.

Tek bir ülkeye yönelik teröre dışarıdan desteğin başka örnekleri de var. Fransa, İspanya AB üyesi oluncaya kadar Bask teröristlerine melce sağlamıştı. İrlanda tedhişçilerine İrlanda kökenlilerin silah ve para yardımı yapmalarını ABD hükümeti engellemedi. Bugün karşılaştığımız global terörün niteliği ise değişik.

Bütün dünyanın dengelerini altüst etmek hedefi peşinde koşan, İslam ülkelerinde dogmatik rejimler kurulmasını isteyen, hilafetin geri getirilmesini ve bütün Müslümanların bir halife etrafında birleşmesi hayaline kapılan, nerede mevcut düzene karşı bir direniş varsa intihar bombacılarıyla oraya koşan, insanlara fanatizm aşılayarak onları ölmeye azmettirebilen, esnek yöntemler ve mahalli inisiyatiflerle etkinliğini sürdürebilen bir hareketle karşı karşıyayız.

* * *

Böyle bir tehditle nasıl başa çıkılabileceğini kimse bilmiyor. Bazıları terörle başa çıkmanın İslam ülkelerinin sorunu olduğunu, onlar bir çözüm bulamazlarsa Batı-İslám ilişkilerinin gittikçe gerginleşeceğini ileri sürüyor. Diğer bazılarına göre ise terörün nedenlerine eğilmek, Ortadoğu’da milyonlarca insanın adaletsizlik olarak algıladıkları Filistin gibi sorunların halledilmesine katkıda bulunmak, dünyadaki fakirliğe son vermek lazım.

Her iki görüşte de bir gerçek payı var. Ne yazık ki Batı ülkeleri kadar Müslüman ülkeler de kendilerine düşen sorumlukları tam olarak yerine getirmeye yanaşmıyorlar. Ters tepen politikaların Irak’ta olduğu gibi yarattığı açmazların nasıl aşılacağı hálá belli değil. Hatalı teşhisler rasyonel yaklaşımları engelliyor.

Bir misal vermek gerekirse, Şii köktendinci olan İran’daki rejim ciddi bir tehdit olarak algılanıyor. Oysa bugünkü koşullarda El-Kaide ideolojisine bağlı Sünni köktendinci bir rejimin, bir Müslüman ülkede iktidara gelmesi kat kat büyük bir tehdit oluşturacaktır. Bu tehlikenin soyut olduğunu da bugün kimse kolay kolay ileri süremez.
Yazarın Tüm Yazıları