KIBRIS sorununun 17 Aralık AB Konseyi zirvesinden sonra her fırsatta karşımıza çıkarılacağını çoktan biliyorduk. Fakat daha 17 Aralık’taki zirve kararı taslağında konunun dolaylı olarak ele alınması, anlaşılan Ankara için sürpriz teşkil etti.
Taslak, Gümrük Birliği’ni de kapsayan Ankara Ortaklık Anlaşması’nın yeni üyelere uygulanmasına ilişkin protokolü Türkiye’nin imzalamaya karar vermesinden duyulan memnuniyeti belirtiyor. Oysa Türkiye’nin böyle bir niyeti şimdiye kadar yoktu.
Bu protokol meselesi, Güney Kıbrıs’ın AB üyesi olmasından beri komisyon ile Türkiye arasında sürekli tartışılıyordu. Türkiye, AB’ye daha önceki katılmalardan sonra her defasında bir protokol imzalanmadığını; fakat bütün yeni üyelerle Gümrük Birliği’nin otomatik olarak yürürlüğe girdiğini, geçen ekim ayında esasen yeni on üye için (Kıbrıs Cumhuriyeti değil, Kıbrıs denilerek) bir Bakanlar Kurulu kararı çıkartıldığını ileri sürmekteydi.
* * *
AB Konseyi cephesinde bu gelişme olurken Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu ve Parlamento’nun Başkanı daha da ileri giderek 17 Aralık’ta Güney Kıbrıs’ın ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ olarak tanınmasını istediler.
Annan Planı’na Kıbrıslı Rumların hayır, Türklerin ise evet demesine rağmen Türkiye üzerinde baskı yapılması kuşkusuz büyük bir haksızlıktır. Ne yazık ki dış politikada haklı olmak yetmiyor. Önemli olan politik denklemdir. Bakın 24 Nisan referandumundan üç gün sonra ‘Kıbrıs’ta yeni denklem’ başlıklı yazımda ne demişim:
’Referandum sonrasında Güney Kıbrıs siyasi liderlerine karşı öfke var. Yine de fırtına dinince Papadopulos’un hangi hesabı yapacağı tahmin edilebiliyor. AB vatandaşı sayılmak isteyen Türklerin bir şekilde ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ne entegrasyonu ve ileride bu cumhuriyet bünyesinde derogasyonlardan (Annan Planı’nda Türkler lehinde öngörülen AB müktesebatına derogasyonlar) arınmış bir çözüm.’
Papadopulos aynen bu yolu izliyor. Annan Planı temelinde bir çözüm onun gündeminde yok. 17 Aralık’a kadar tanınma yönünde bir sonuç alamasa bile daha sonra müzakere sürecinin her aşamasında AB yöntemlerinin kendisine vereceği bütün imkánları bu maksatla kullanacak.
* * *
Bu açmazın üstesinden nasıl geleceğiz? Başbakan Erdoğan’ın NTV’ye yaptığı açıklamalardan, yaklaşımının oldukça esnek olduğu anlaşılıyor. 17 Aralık’a kadar Gümrük Birliği’ne ilişkin protokolü imzalamaya yanaşmıyor. Fakat ondan sonra bunu ihtimal dışı görmüyor. Opsiyonlarını açık tutuyor. Belli ki politik stratejisinde AB üyeliği başlıca önceliğe sahip.
Türkiye’nin uzun vadeli çıkarları ve evrimi açısından ancak takdirle karşılanabilecek bir tutum. Ne var ki AB önceliği ile Kıbrıs’ın müstakbel statüsünü tayin edecek denklemi altüst etmeme gereği bağdaştırılmalıdır. Tanıma konusu bu açıdan son derece önemli.
* * *
AB’nin istediği protokolü imzalamak tanıma anlamına gelir mi, gelmez mi?Bunu hukukçular aralarında sonsuza dek tartışabilirler. Tanıma zımni de olabiliyor; örneğin aynı antlaşmaya imza atmak gibi. Ancak protokolü, karşı tarafın kabul edebileceği bazı çekincelerle imzalasak bile, hukuk açısından kaygan bir zemine gireceğimiz, ister istemez tam hukuki tanımanın zamanla kaçınılmaz hale gelebileceği kabul edilmelidir.
Oysa KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat, ‘Önce Kıbrıs sorunu çözülmeli, sonra Kıbrıs tanınmalı’ diyor. 2002’de treni kaçırmasaydık öyle olacaktı; fakat bugün başka rüzgárlar esiyor. Dolayısıyla tanımanın çözüm yerine geçmemesine dikkat edilmelidir.
Çözümden önce tanıma, 1960 anlaşmalarının bile gerisinde bir çözümden başka çare bırakmayabilir.