1999'dan beri işbaşında olan koalisyonun bugüne kadar dağılmamış olması bir başarı sayılabilir. Bu koalisyonun rekor düzeyde kanun çıkarmış olması da sürekli övülüyor. Fakat madalyonun öbür yüzünün, son zamanlarda gittikçe daha ağır bastığını görmekteyiz.
57'nci hükümetin performansı hakkındaki algılama ne olursa olsun, 3 yıldan beri ülke üzerinde bir uğursuzluk bulutu dolaştığı inkár edilemez. 1999'da ekonominin kötü gitmesi büyük ölçüde deprem felaketinin sonucuydu. Fakat 2000 yılından itibaren bir yıl sonraki ekonomik depremi hazırlayan yanlış bir politikaya saplanıldı. 2001 yılında ise inanılmaz bir sorumsuzlukla cumhuriyet tarihinin en vahim ekonomik krizi tetiklendi. Bu krizin bedelini borç, işsizlik ve yatırımsızlık şeklinde gelecek kuşaklar uzun yıllar ödeyecekler. Kısacası, Türkiye'nin istikbali ağır bir ipotek altına sokulmuştur.
* * *
Bu üç yıl zarfında talih Türkiye'ye hiç göz kırpmadı denemez. 1999 yılı sonundaki Helsinki Zirvesi, Türkiye'ye 40 yıldan beri zorladığı AB üyeliğinin kapısını açtı. Ne yazık ki koalisyonun vizyonsuzluğu ve bünyesindeki çelişkiler bu fırsatın değerlendirilmesini köstekledi ve çok zaman kaybedildi. Özellikle koalisyonu oluşturan partilerden birinin AB'yi bir türlü içine sindirememesi, üyelik sürecini devamlı olumsuz etkiledi. AB ile ilişkilerin en kritik döneminde, Başbakan'ın bir süreden beri devam eden hastalığı yüzünden operasyonel olmaktan çıkması ise bir başka şanssızlıktı.
Başbakan'ın hastalığından bahsetmek, ona karşı haksızlık veya saygısızlık değildir. Başbakan hem hastadır ve hem de yaşı çok ilerlemiştir. Sırf yaşlılık bile bugün süratle değişen ve küreselleşen dünyada bir handikap sayılıyor. Gelişmiş demokratik ülkelerin çoğunda genç liderlerin prim yapması boşuna değildir. Unutmamak gerekir ki, yaşlılık bir psikolojik değişimi de beraberinde getirir. Yaşlı insanlar istikbale kolay kolay odaklanamazlar, genellikle daha benmerkezci olurlar. Ecevit üstelik çalışma gücünü ve hafızasını zayıflatan bir hastalıkla maluldür ve çok çelimsiz görünmektedir. Rahatsızlığı kişisel olduğu kadar Türkiye için bir dramdır; çünkü yaşlılığına rağmen sağlığı yerinde olsaydı, 2004 veya hiç değilse 2003 yılının ortalarına kadar görevinde aktif olarak kalabilmesi bugünkü siyasal koşullar altında Türkiye için yine de daha hayırlı olacaktı.
* * *
Türkiye, AB ile randevusunu kaçırmak üzeredir. Bu satırları yazarken Cumhurbaşkanı'nın başkanlığındaki zirvenin nasıl sonuçlanacağını bilmiyorum, fakat Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin pazartesi günkü çıkışının zirvenin içini boşalttığını düşünmekten kendimi alamıyorum. Toplantıda uyumlu davransa bile iş uygulamaya gelince eski pozisyonuna dönmesi olasılığı kuvvetli görünüyor. 175 kuruluşu bir araya getiren sivil toplum platformunun çağrısına kulak vereceğini sanmam. Kendimizi aldatmayalım. Yıl sonuna kadar AB'den üyelik müzakereleri için kesin tarih alamayız. Engeller çok.
Bahçeli'nin bütün söylediklerini burada irdeleyecek değilim. Aslında MHP liderini bir ölçüde anlıyorum. Avrupa'yı zannederim pek tanımıyor. Avrupa'nın AB sayesinde nereden nereye geldiğini iyi algılamadığı hissediliyor. Politik felsefesi, AB değerlerini ve kıstaslarını benimsemesine engel. Bu nedenle AB üyeliğinde ısrar edenleri Türkiye'nin çıkarlarına aykırı hareket etmekle suçlamak hakkını kendinde görebiliyor. Hangi ülkenin ulusal çıkarları AB üyeliğinden zarar görmüş, hangisinin bütünlüğüne halel gelmiş, hangisinin üyelikten önceki devlet yapısı temelde değişmiş, bu sorulara cevap aramıyor. Asıl bir soruyu daha kendisine sorması lazım. Tam üyeliği hedef olarak belirleyen Ortaklık Anlaşması'nı imzalayan İsmet İnönü de mi ülke çıkarlarını göz ardı etmişti? Bahçeli tabii bir endişesinde haklı. AB üyeliği bugünkü MHP'nin çıkarları ile gerçekten çatışıyor. Değil üyelik, fakat üyelik sürecinde ilerleme bile partiyi çaresiz zayıflatacaktır.
* * *
Evet, talihsiz yıllara bir mucize olmazsa, galiba 2002 yılı da eklenecek. Yerleşmiş siyasi partilerin kendilerini yenilemeleri mümkün olmadığına göre, 2001 yılı için umudumuz yeni politik simalara ve oluşumlara endekslenecek.