KKTC Cumhurbaşkanı’nın daveti üzerine geçen hafta sonunda Kıbrıs’a giden gazeteciler ve akademisyenler grubuna ben de katıldım. İzlenimlerimi bu sütunun boyutu müsaade ettiği ölçüde özetlemek istiyorum.
Her şeyden önce şunu belirteyim ki, KKTC halkının artık çözüm konusunda pek istekli olmadığı yolunda daha evvel edindiğim izlenimde yanıldığımı anladım. Yaptığımız temaslardan Kıbrıs Türklerinin genellikle bir çözümü bugünkü statükonun devamına tercih ettikleri anlaşılıyor.
Ekonomik faktör de bu tercihte etkili.
Son üç yılda inşaat sektöründeki patlama sayesinde yüzde 10’nun üzerinde gerçekleşen ekonomik büyüme durmuş, hatta 2007 yılında yüzde 2 oranında bir küçülme kaydedilmiş.
Çözüm olmadan ekonomik ivmenin tekrar yakalanmasının kolay olmayacağı kanaati var.
* * *
Güney Kıbrıs başkanlığına Dimitris Hristofyas’ın seçilmesi ve Mehmet Ali Talát’ın çözüm arayışına azimle girişmesi de kuşkusuz kamuoyunun çözüm beklentilerini teşvik ediyor.
Papadopulos ile daha önce varılan mutabakat çerçevesinde kurulan, fakat bugüne kadar atıl kalan çalışma grupları ve komiteler de daha aktif olmaya başlamışlar.
Çalışma grupları yönetim ve yetki paylaşımı, güvenlik ve garantiler, AB ile ilişkiler ve sınırlar gibi konularda tarafların pozisyonlarının bir nevi fotoğrafını çekiyorlar.
Komitelerin görevi ise daha çok gündelik işler.
Lokmacı kapısının açılması yeni bir güven artırıcı önlem teşkil etmiş.
Kapı açıldıktan sonra Güney’den Kuzey’e geçenlerin sayısı günde 800’den 3000’e çıkmış.
Gerek resmi gerek toplum düzeyinde Türkler ve Rumlar arasında sosyal temaslar oldukça yaygın.
* * *
Kıbrıs seyahatimizin tabii en ilginç yönü Hristofyas ile yaptığımız ve neredeyse üç saat süren toplantı oldu.
Güney Kıbrıs Başkanı çözüm zarureti üzerinde uzun uzun durdu, hatta çözümü gerçekleştirmek amacıyla başkanlığa adaylığını koyduğunu ifade etti.
Talát ile dostluğuna sık sık atıfta bulunarak "Hristofyas ile Talát da meseleyi çözümleyemezlerse kim çözümleyebilir" dedi.
Kıbrıs’taki Türkiye kökenlilerden 50.000 kişinin, çözüm olursa, yeni kurulacak federal devletin vatandaşlığına alınmalarını kabul edeceğini tekrarlardı.
Hristofyas’a göre müzakerelerde amaç 1977 Denktaş ile Makarios, 1979’da da Denktaş ile Kyprianou arasında varılan uzlaşma çerçevesinde bir çözüme varmak olmalıdır: "İki toplum, iki kesim ve siyasi eşitlik temelinde bir çözüm".
Ancak "toplum" yerine "halk" denmesine karşı geliyor. 2004’te desteklediği ve bugün bertaraf etmek istediği Annan Planı’nda Kıbrıs Cumhuriyeti’nden söz edilmeden oluşturan "bakir doğum"tezini reddediyor.
Yeni devletin "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin devamı olmasını istiyor. Garanti ve İttifak antlaşmalarına karşı geliyor.
AB üyesi bir devletin AB dışında bir devletin vesayeti altına konulamayacağını savunuyor.
Annan Planı sürecinin aksine bu defa iki tarafın aracısız müzakere etmelerini istiyor.
* * *
Hristofyas ile izolasyonların kaldırılması meselesini de ele aldık. KKTC’nin AB ile direkt ticaret yapmasına imkán tanımaya katiyen yanaşmıyor.
Magusa limanından direkt AB’ye ihracat yapılmasının KKTC’nin tanınması anlamına geleceğine inanıyor.
Türkiye’nin, Gümrük Birliği’nden kaynaklanan yükümlülükleri yerine getirerek, Kıbrıs Rum gemilerine ve uçaklarına limanlarını karşılıksız açmasını talep ediyor.
Çözüm müzakereleri başlayabilirse, bunların çetin geçeceği ve uzun süreceği, Güney Kıbrıs’ın, artık AB üyesi statüsüne kavuşmuş bulunmasından yararlanarak, Annan Planı’nın kendi aleyhine olarak algıladığı düzenlemelerinden kurtulmaya çalışacağı beklenmiyor değildi.
Ne var ki, hiç değilse şimdilik, üslupta yumuşak, fakat Kıbrıs Türkleri ve Türkiye için hassas konularda uzlaşmaz bir tutum içinde görülen Hristofyas ile anlaşma imkánlarını aramaya çalışmak, hem Kıbrıslı Türklerin ve hem de AB üyelik süreci açısından Türkiye’nin çıkarlarına uygun düşer.