BAŞBAKAN Erdoğan’ın Washington ziyareti ve Başkan Bush ile görüşmesi aslında beklendiği gibi geçti. Amaç 2003 Martı’ndan beri ciddi sarsıntılar geçiren Türk-Amerikan ilişkilerini daha istikrarlı bir zemine oturtmak, psikolojik ortamı iyileştirmekti.
Kıbrıs ve PKK gibi öncelikli sorunlarda hemen sonuç alınabileceğini ummak safdillik olurdu.
Bu açıdan bakılınca ziyaretin bilançosu başarılı sayılmalıdır. Her iki tarafın da stratejik ortaklık veya stratejik ilişki kavramının altını çizmeleri küçümsenmemelidir. Stratejik ilişki konsepti mutlaka kapsamlı bir askeri işbirliğini içermez. Türkiye ile ABD arasında bu işbirliğinin kapsamının son zamanlarda daraldığı ve ABD’nin operasyonları için Türkiye’ye çok daha az ihtiyaç duyduğu doğrudur. Yine de özellikle NATO çerçevesinde veya şemsiyesi altında yürütülen misyonlarda iki ülke arasındaki işbirliği önemini koruyor. Kaldı ki stratejik ortaklık kavramı aynı zamanda jeopolitik çıkar birliğini de içerir.
* * *
Ortadoğu’da, Orta Asya’da, Balkanlar’da, Kafkasya’da, Akdeniz’de ve global teröre karşı mücadelede politikalarımız her zaman uyumlu olmasa bile sonunda amaç ve çıkarlarımız çok kere örtüşmektedir. Bir örnek vermek gerekirse, Irak savaşının hata olduğunu düşünmekle beraber ABD’nin Irak’tan güvenlik koşulları tam sağlanmadan çekilmesi işimize gelmiyor. Türkiye ile ABD arasındaki stratejik menfaat ortaklığını Genelkurmay İkinci Başkanı Washington’daki konuşmaları sırasında en özlü bir şekilde ortaya koydu.
KKTC’nin direkt ticaretten yararlanması ve KKTC ile ABD arasında direkt uçuşların başlaması zannedildiğinden daha çetrefil bir meseleydi. Ercan Havalimanı’nın uluslararası bir havalimanı olarak tanımlanmasını engelleyen hukuki güçlüklerin aşılması o kadar kolay değil. Üstelik ABD ile KKTC arasındaki düzenli uçuşlar rantabl olmayacak. Direkt ticaret açısından KKTC için önemli olan ise AB ülkeleridir. ABD’nin KKTC’ye yapabileceği en büyük yardım ona politik destek girişimlerine devam etmek olacaktır. Meseleye çözüm bulmaya gelince, şimdiki koşullar Papadopulos’un tutumu nedeni ile yeni inisiyatiflere müsait gözükmüyor. Bizim de bu konuda 13 Ekim’den önce fazla aktif görünmemizin faydası şüpheli.
* * *
Kuzey Irak’ta konuşlanmış olan PKK’ya karşı ABD’nin bir askeri operasyona girişmeyi kabul etmesini beklemek de gerçekçi değildi. ABD ve Irak Hükümeti ile üçlü görüşmelerde PKK konusu zaten sürekli ele alınıyor. Bu aşamada olsa olsa PKK’nın politik destek ile lojistik ve iletişim kolaylıklarından yararlanması belki bir ölçüde önlenebilir.
Washington ziyaretinin en pürüzlü sorununun Suriye olması şaşırtıcı değildi, çünkü hükümetin Suriye politikasının mantığını anlamakta biz de zorlanıyoruz. Suriye’ye karşı Irak’taki gibi bir askeri müdahaleye girişilmesine muhalefet etmemiz kuşkusuz yerinde olur. Fakat Suriye’nin siyasetinin bölge için oluşturduğu tehlikeyi görmezlikten gelmenin ve BM Güvenlik Konseyi kararı temelinde Suriye’yi bu politikasından vazgeçmeye davet eden ABD ve AB ülkeleri ile açıkça aynı safta gözükmekten kaçınmanın isabeti sorgulanmalıdır.
Suriye’deki bugünkü rejimle normal ikili ilişkileri sürdürmemiz bu rejimi himaye ettiğimiz izlenimini doğurmamızı gerektirmez.
* * *
Kısacası Washington zirvesi, arkası geldiği ölçüde yararlı sonuçlar verecektir. Washington’da yaratılan olumlu havanın yanlış anlamalar veya inatlaşmalar yüzünden zedelenmesini önlemek için iki taraf da büyük çaba göstermelidir.