LÜBNAN’da İsrail bombardımanlarının yarattığı insani dramın boyutları gittikçe artarken savaşın kısa zamanda sona erebileceğini gösteren bir emare yok.
Aksine İsrail, ABD ile geçen yıl imzaladığı bir anlaşmada öngörülen lazer güdümlü 5 tonluk bombaların teslimatının süratlendirmesini talep etti.
İsrail bu silahlar sayesinde İran’ın Hizbullah’a sağladığı 13 bin kadar Katyuşa füzesini barındıran mevzileri daha kolay tahrip edebileceğini hesaplıyor.
Lübnan’da bugün cereyan eden olayların benzerini daha önce, 1993 ve 1996’da görmüştük. O tarihteki çatışmaların sona ermesinde rol oynamış olan Başkan Clinton’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Dennis Ross, 19 Temmuz’da "USA Today" Gazetesi’nde yayımlanan makalesinde, eski deneyimi ışığında şimdiki buhranın nasıl sona erdirebileceğini araştırıyor.
***
Ross’a göre 1993 ve 1996’da İsrail, Lübnan’ın altyapısını yine tahrip etmiş, Güney’deki Lübnanlıları göçe zorlamış; fakat Hizbullah’ın füze saldırılarına son vermeyi başaramamıştı. Ross, Hizbullah’ın olduğu gibi HAMAS’ın da saldırılarını durdurmasında anahtarın Suriye’nin elinde bulunduğunu iddia ediyor. Şayet Suriye, HAMAS liderlerinden Meşal’i sınırdışı etmekle tehdit etseydi, HAMAS’ın elinde tuttuğu İsrailli askeri serbest bırakmaya mecbur kalacağına inanıyor.
Aslında Türkiye de çözümde Suriye’nin kilit rol oynayabileceği kanaatiyle Özel Temsilci olarak Büyükelçi Profesör Davutoğlu’nu Şam’a gönderdi; fakat bu girişimden bir sonuç alamadı. Almasına da imkán yoktu; çünkü Suriye’nin, İran ile birlikte yürüttüğü Hizbullah ve HAMAS’ı destekleme politikasından vazgeçmeye şimdiki halde hiç niyeti olmadığı aşikárdı.
Ross, Hizbullah’ı silah ve mali yardımla besleyen İran ise de Hizbullah’ın Lübnan ordusu tarafından silahsızlandırılmasına hep Suriye’nin engel olduğunu hatırlatıyor. Suriye’nin İran’dan bağımsız olarak hareket edebileceğini; fakat bunun için Şam üzerinde çok yoğun politik baskı yapmak gerektiğini vurgulayarak Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün’ün bu sorumluluğu üstlenmelerini öngörüyor.
Anlaşılan bölgeye gelen Condoleezza Rice’ın amacı da aynı yönde: Suriye’yi diğer Arap ülkeleriyle aynı cepheye çekmek. Fakat özellikle Suudi Arabistan, ABD’nin aksine, ilk aşama olarak Lübnan’da ateşkeste ısrarlı. Ross politik baskılar yetmezse İsrail’in Suriye’ye karşı da askeri operasyonlara girişmesini mümkün görüyor. Sonunda İsrail açısından başka çare kalmayabilir.
***
Peki Türkiye ne yapmalı? Rice’ın planına göre Türkiye’ye biçilmiş bir rol yok. Rice, Arap ülkelerini devreye sokmak peşinde. Doğrusu da bu. Suriye dışında Arap ülkelerinin hemen hepsi Hizbullah ve HAMAS’ın tasfiyesinden veya zayıflamasından son derece memnun kalacaklar. ABD de onların bu eğilimlerinden istifade etmeyi ümit ediyor.
Artık Araplararası dengelerin söz konusu olduğu bir ortamda Türkiye’nin pro-aktif bir politika gütmeye devam etmesi pek doğru olmaz. Daha sonra Lübnan’da Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve İsrail ile Lübnan arasındaki sınırın güvenliğini sağlamak için BM veya ABD’nin katılmayacağı bir NATO kuvveti kurulabilirse, Türkiye’nin böyle bir kuvvete katılması konusunda da çok dikkatli davranılmalıdır.
2003 yazında Irak’taki koalisyon kuvvetlerine katılmada acele karar verdiğimiz zaman bunun ters teptiğini unutmasak iyi olur. Lübnan’da konuşlanacak bir kuvvetin işlevinin bir seçim ortamında iç politikaya nasıl tesir edeceği hesaplanmalıdır.
Kuzey Irak faktörü ile etkileşimi de göz ardı etmeyelim. Önceliklerimizi iyi saptayalım.