Paylaş
Yasal ölüm cezasının tarihi bir hayli eski, Milat'tan iki bin yıl önce Babil kanunlarına kadar gidiyor. O devirde cezanın kapsadığı suçların yelpazesi çok genişti, asırlar geçtikçe daraldı. 20'nci yüzyılda 1920'lerden itibaren bazı ülkeler idam cezasını ilga etmeye başladılar, bu süreç özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra süratlendi. Bugün Avrupa Konseyi'nin 41 üyesi içinde idam cezasının yasal olduğu nadir ülkelerden biri Türkiye.
Cezanın toplum için genellikle üç işlevi olduğu kabul edilir: İntikam, ıslah ve vazgeçiricilik. Toplumun intikam alması kavramı çoktan terk edildi, ölenin ıslahı da söz konusu olamayacağına göre idam cezasını haklı gösterecek tek unsur vazgeçiricilik olarak kaldı. Fakat ölüm cezasının bu amaca yaramadığı hemen her ülkede gözlendiği gibi, gelişen insan hakları kavramı, devletin bir insanın yaşamına son vermesi olgusu ile artık bağdaşmıyor. İdamın en ağır ceza olduğu da tartışma götürür. Belki en ürkütüçü tarafı mahkûmu muhakkak bir ölümle karşı karşıya bırakması, sehpaya götürüldüğü anda içine düştüğü dehşet. Terminal hastaların veya tehlikeli ameliyat geçirecek olanların durumu çok farklı değil. Oysa ömür boyunca inziva ve ağır koşullar altında bir hücrede yaşamak, umudu unutmak ve her gün vicdanında hatalarının ve günahlarının ağırlığını duymak cezaların en acımasızı.
Batı Avrupa ülkeleri içinde idam cezasını en son ve en zor yasaklayan ülke Fransa oldu. Fransa'da sol uzun süre bu davanın şampiyonluğunu yapmış, fakat sağ buna karşı gelmişti. 1981'de Mitterrand iktidara gelince, kamuoyu yoklamalarının % 60 muhalefet göstermesine rağmen, parlamentodaki çoğunluğu ile idamı yasaklayan kanunu kabul ettirdi. Adalet Bakanı, Meclis kürsüsünden ‘‘Fransız adaletinin kanlı tarihi sona ermiştir’’ diye haykırdı, hapishanelerde mevcut iki giyotin bir müzeye hibe edildi.
Türkiye'de en son 55'inci hükümetin Adalet Bakanı Hasan Denizkurdu idam cezasının ilgası için bir yasa tasarısı hazırladı ise de bu girişimi ne yazık ki baltalandı. Şimdi Öcalan'ın cezasının Yargıtay tarafından onanması sonucunda yine bir açmaz içindeyiz. Bu açmazın bir yönü AB ile ilgili. Bazı kesimler Öcalan'ın mahkûmiyeti ile AB üyeliği arasında ilişki kurulmasına şiddetli tepki gösteriyorlar. Tepkinin nedenini anlamak zor. AB uzun zamandan beri Öcalan'ın idamının çok menfi etkileri olacağını belirtmişti. Bir ülkenin, içinde bulunmak istediği bir uluslararası toplumun değerlerine uymak zorunda kalmasının yadırganacak bir tarafı yok. Cumhurbaşkanı Demirel, AGİT zirvesinde hiçbir meselenin bundan böyle bir iç mesele sayılamayacağını vurgulamadı mı? Fransa da geniş ölçüde Avrupa'da yalnız kaldığından utanç duyduğu için idamı yasakladı.
Avrupa Konseyi'ne gelince, İnsan Hakları Mahkemesi cezanın infazının durdurulması için ihtiyati tedbir kararı aldı. Başbakan Ecevit, daha önce ‘‘Avrupa Konseyi'nin bizi bağlayan kuralları var’’ demişti. Şimdi yargı sürecinin tamamlanmadığını ileri sürerek mahkemenin kararına tepkimizi erteledi ve konunun özü hakkında bir tutum belirtmedi. İş, TBMM'ye intikal ettiğinde orada nasıl bir hava eseceği belli olmadığından AİHM'nin kararını zamanında kabul etmekte yarar var.
Öcalan'ın ölüm cezasının infazı konusu sadece AB ve Avrupa Konseyi açısından değerlendirilemez. Öcalan'ın cezasının müebbet hapse çevrilmesi, PKK içinde yönetim istikrarsızlığını devam ettirecek, Kürt sorununun Öcalan yakalandığından beri indirgendiği boyutların korunmasını sağlayacak, iç barış, huzur ve uzlaşmanın gerçekleşmesine katkıda bulunacaktır.
Dikkat edelim. Öcalan'ın ipi ayağımıza dolanmasın. Bu adamı asmayalım.
Paylaş