Paylaş
Soğuk savaş sonrasında dünyada genel olarak birçok alanlarda köklü kültür değişiklikleri birbirini izledi. Siyasi dokktrin olarak bazı ülkelerde hala mevcudiyetini sürdürse bile, ekonomik teori olarak komünizm terkedildi. Küreselleşmenin verdiği ivme ile pazar ekonomisi kültürü egemenliğini yerleştirdi. İnsan hakları ve demokrasi kültürü tamamen hayata geçirilemedi, fakat uluslararası toplumla gerçek bütünleşmenin vazgeçilmez koşolunu oluşturuyor. İki süper güçten birinin sahneden ayrılması sonunda global stratejik çatışma kültürü geçerliliğini yitiriyor. Buna karşın tarihi düşmanlıkların hortlaması bölgesel çatışma kültürünü yoğunlaştırdı.
***
Stratejik kültürün tarifini yapmak zor, fakat bu deyimle kastedilen galiba şu: Bir ülkenin, jeopolitik çevresi hakkındaki algılamaları ve bunlara dayanarak geliştirdiği güvenlik ve dış politika kavramları. Tarihi deneyimler ve inançlar ve siyasi liderlerin eğilimleri de kuşkusuz bu kavramları etkiliyor. Kendi ülkemizden bir örnek vermek gerekirse, Atatürk Milli Mücadeleden sonra Türk milletine köklü bir barış kültürü aşılamak istedi. ‘‘Yurtta sulh, cilanda sulh’’ prensibi bu yaklaşımın veciz bir simgesiydi. Ne yazık ki bu kültür daha sonra zedelendi.
***
Yakın zamanlarda köklü bir stratejik kültür değişikliği başlangıcını İsrail'de görüyoruz. Bu ülke uzun süre güvenliğini Araplar'a karşı nükleer silahları da kapsayan muazzam bir askeri güç üstünlüğünde aradı. Bekasını tehlikede görür görmez saldırı stratejisi uygulamaktan hiçbir zaman geri kalmadı. Mısır ve Ürdün'le barış antlaşmalarının ve Filistin'le barış sürecinin dahi bu psikolojiyi değiştirdiği pek söylenemez. Yeni durum olsa olsa bir ‘‘soğuk barış’’ ortamı yarattı. Fakat Ehud Barak'ın iktidara gelmesi ile derin bir zihniyet değişikliğine tanık oluyoruz. İsrail artık güvenlik kaygıları tatmin edildiği ve su kaynaklarının taksimi sorunu çözümlendiği takdirde Golan bölgesinin tamamını Suriye'ye iade etmeyi göze alıyor. Güney Lübnan'dan askerlerini bu yaza kadar çekmeyi planlıyor v ehatta askerlik hizmeti süresini kısaltmayı öngörüyor. Barak'ın şu sözleri ne kadar anlamlı: ‘‘En başarılı savaşın bedeli, ne kadar ağır olursa olsun, barışın bedelinden daha ağırdır... İssrail barış ve güvenliği için ödün verecek cesareti kendinde bulacaktır... Bu siyonizmin en büyük zaferi olacaktır.’’
***
Orta - Doğu'daki gelişmeler Türkiye'nin bu bölgeye karı politikasında yeni bir değerlendirmeyi gerektirir. Özellikle barış milli çıkarlarımızla bağdaştıramadığımız izlenimini yaratmaktan kaçınmalıyız. Bir ara İsrail ile Suriye arasında barışın Türkiye aleyhine sonuçlar vermemesi için İsrail'den garantiler istediğimiz yolunda haberler yayıldı. Bundan daha büyük tutarsızlık zor bulunur. İsrail'in kendisi, Golan'ın iadesinin güvenliği açısından yaratacağı sakıncalara karşı ABD'den kapsamlı garantiler peşinde iken, bize ne biçim bir teminat verebilirdi? Su konusunda Türkiye'den ödün isteneceği rivayetlerinin de hiçbir inandırıcılığı yoktu. İsrail ile Suriye arasında su kaynaklarının bölünmesinde bir problem var diye Türkiye'yi su vermeye kim zorlayabilir?
***
Bereket versin, Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'nin İsrail ile Suriye arasındaki barış sürecini desteklediğini ve Suriye ileilişkilerimizde olumlu bir havanın estiğini belirterek yanlış anlamaları önledi. Bundan sonra hedefimiz Suriye ile ilişkilerimizi iyi komşuluk esasına oturtmak olmalıdır. Bunu, su ve sınırın işaretlendirilmesi sorunlarının çözümünü de içerecek bir kapsamda Hafız Esat hayatta iken yapmakta isabet vardır, çünkü daha sonra cesur kararlar alabilecek otoriteye sahip bir Suriye Hükümeti bulmak o kadar kolay olmayabilir.
Paylaş