BİR önceki yazımda Türkiye ile ABD arasında uzun süreli ortak çıkarlar bulunduğunu belirtmiştim. Türkiye’nin jeopolitiği ve ABD’nin bütün dünyaya yayılan ve özellikle Türkiye’yi çevreleyen bölgelerdeki stratejik konumu değişmeyeceğine göre iki ülke konjonktürel iniş çıkışlardan etkilenmeden işbirliği içinde bulunmak mecburiyetindedirler.
Türkiye’nin AB ve ABD politikalarının birbirini tamamladığını da daima göz önünde bulundurmalıyız. AB üyeliği siyasi ve ekonomik boyutu yanında Türkiye’nin bölgedeki ağırlığını ve rolünü artıracak bir faktördür. Fakat Türkiye’nin transatlantik işbirliğinde ve bölgesindeki oluşumlarda potansiyeline uygun bir rol üstlenmesi, ABD ile ilişkilerinin seyrine de bağlı.
Türkiye’nin gerek AB ve gerek ABD ile politikasında makro tabloyu göz önünde bulundurmasında ve mikro gelişmelere lüzumundan fazla değer vermemesinde sayılamayacak kadar fayda var.
***
ABD ile ilişkilerimizin bundan sonra da stratejik boyutu ağır basacağına göre askeri işbirliği önceliğini koruyacaktır. Bu işbirliği konusunda mevcut ahdi yükümlülükler dışına çıkmamak gerekirse de zaman zaman bir derece esneklik gösterilebilmelidir.
Pragmatik yaklaşımlara yer vermeyen stratejik bir ortaklık olamaz. Irak savaşına en muhalif olan AB üyelerinin toprakları üzerindeki ABD üslerinin serbestçe kullanılmasına izin verdiklerini unutmayalım.
ABD ile ilişkilerimizde Irak en hassas konu olmaya devam edecektir. ABD’nin bazı şeyleri yapmayacağını veya yapamayacağını, Irak hükümetini her konuda zorlamak istemeyeceğini görmemiz lazım. Örneğin, Irak’taki PKK militanlarına karşı bir operasyon yürütmesini artık beklememeliyiz.
Buna karşılık Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasında çıkarlarımız örtüşür; çünkü ABD, İran’ın bölgedeki nüfuzunu artıracak bir gelişmeye izin vermek istemez. İran’da önümüzdeki yıllarda ne gibi gelişmeler olacağı tabii çok önemli.
Bir rejim değişikliği bugünkü bütün algılamaları değiştirebilir ve İran birdenbire ABD için de Ortadoğu ve Asya denkleminin ağırlıklı bir öğesi, hatta stratejik bir paratoner haline gelebilir. Uzun vadeli siyaset planlamamızda böyle bir evrim olasılığını hesaba katmalıyız.
***
Daha kısa sürede ABD ile ilişkilerimizi etkileyecek bir sorun Ermeni meselesidir. Bu yıl Kongre’den Ermeni iddialarını destekleyecek bir karar çıkması kaçınılmaz olarak Türkiye’de büyük tepki doğurur. Kongre’de çoğunluk Cumhuriyetçiler’de olduğuna göre Başkan Bush aleyhimizde bir kararı önleyebilir. Başbakan Erdoğan bu konuda Bush’a güvendiğini açıkladığına göre herhalde bir şekilde kendisinden teminat altına almıştır.
Güney Kıbrıs’ın AB üyesi olması nedeniyle NATO içinde de bir sorun çıktı. Güney Kıbrıs ve Malta, NATO ile ‘Barış için Ortaklık’ kapsamında olmadıklarından NATO destekli AB kriz yönetimi ve operasyonlarına ilişkin NATO-AB danışmalarına katılmıyorlar.
Fakat NATO Konseyi ile AB’nin ‘Siyasi İşler ve Güvenlik’ Komitesi arasındaki ortak toplantılara katılmalarına Türkiye’den başka kimse itiraz etmiyor. Gerçi bu konu daha çok AB’yi ilgilendirir; fakat ABD de NATO ile AB arasındaki güvenlik işbirliğinin zedelenmesini istemiyor.
***
Bir başka mesele, Karadeniz’le ilgili. Türkiye, terörle mücadele kapsamında NATO’nun denizde yürütmek istediği gözetleme operasyonlarının Karadeniz’e teşmiline Rusya ile beraber karşı çıkıyor. Bu yüzden bazı Amerikalı siyasi bilimciler, Montrö Sözleşmesi’nin gözden geçirilmesi gerektiğinden söz etmeye başladılar.
Meseleler daima karşımıza çıkacaktır. Yapılması gereken sürekli bir diyalog içinde bulunmak, öncelikleri gözden kaçırmamak ve esnekliği elden bırakmamaktadır.