ECEVİTLER'in psiko-dramındaki son perde inerken çok kırılgan bir siyasi çizgide zar zor tutunmaya çalışan Türkiye de önünü göremez oldu.
Ortada dolaşan, bazıları fantezi niteliğindeki spekülasyonların bolluğu, ilerisi için gerçekçi ve geçerli bir tahminde bulunmanın imkánsızlığını kanıtlıyor. Ecevit, inatçı karakteri, iktidar hırsı, kibar görünümü altındaki despotizm tutkusu ile kendi kurduğu partiyi yok etme pahasına son siyasi kumarını oynamaktan kaçınmadı. Şükrü Sina Gürel'in Başbakan Yardımcılığı'na atanması ise AB üyeliği davasına hiçbir zaman gerçekten inanmadığının en güzel delilini oluşturdu. Bu arada her zamanki gibi ülke ekonomisini unutuverdi ve daha önce kaybettirdiği yüz milyardan fazla dolara birkaç milyon daha ekledi. Tarihin Ecevit hakkında nasıl hüküm vereceğini bilemem ama, herhalde ülkesine en pahalıya mal olmuş ünlüler arasında yer alacağı muhakkak. Neden olduğu zararları ödemek için birkaç kuşak refahını feda edecek. Ecevit'in ülkeye hiç hizmeti yok demek istemiyorum. 1974'teki Kıbrıs müdahalesi unutulmamalıdır. Ne yazık ki o zaman gösterdiği iradeyi daha sonra siyasi bir çözüm bulmak için kullanmadı. Ecevit'in bir iyiliği daha hatırlanmalıdır: 2001 yılında geniş ölçüde kendi tahrik ettiği ekonomik kriz sırasında Kemal Derviş'i çağırması. Derviş olmasaydı Türkiye'nin Arjantin'in akıbetine uğraması işten değildi. Umarım, son darbesi ile Ecevit, Türkiye'yi yine aynı tehlikenin eşiğine getirmemiştir.
* * *
Neyse, Ecevitler şu veya bu şekilde tarihe mal oldular. Artık bundan sonrasını düşünmek lazım. Önümüzdeki birkaç ay içinde seçimler olacak. O kadar umut bağlanan seçim sistemi ve Siyasi Partiler Kanunu değişikliklerinin bu sürede gerçekleşmesi olası gözükmüyor. Liderler sultasına ve körü körüne partizanlığa prim veren koşullar devam edecek ve belki de bugünkünden bile daha kötü bir siyasi tablo ortaya çıkacak. İşin vahim tarafı, siyasi belirsizlik içinde bocalayan bir Türkiye, Kıbrıs ve Irak konularında çok ciddi kararlar almak zorunluluğunda kalacak. Bu kararlar nasıl alınacak, belli değil.
Seçim sonrası üzerinde durulurken, Meclis'te halen temsil edilen partilerden hiçbiri umut vermiyor. Tayyip Erdoğan hariç diğerlerinin liderleri bol bol denendi. Mesut Yılmaz son zamanlarda harika konuşmalar yapıyor, fakat onun söylemleri ile bir yere varılamayacağını gayet iyi biliyoruz. AB davasına iş işten geçtikten sonra seçim kaygısı ile sarıldı. Tansu Çiller'i dünyanın en iyi niyeti ile bile ikna edici bulmak imkánsız. Devlet Bahçeli ve partisi Türkiye'nin AB üyeliğini insafsızca engellediler. Temsil ettikleri siyasi zihniyet Türkiye'yi inzivaya ve gerilemeye götürür. Tayyip Erdoğan'a gelince, evet denenmedi, söylemleri çok liberal, fakat onu bir başbakan olarak tasavvur etmek çok zor. Bu çağın ve Türkiye'yi bekleyen sınavların ve fırsatların adamı olduğu izlenimini vermiyor. Bu genel çerçevede umutların İsmail Cem ve Kemal Derviş'e kilitlenmesi sebepsiz değildir. Şimdi ikisi de aynı çatı altında buluşmaya karar verdiler.
* * *
İsmail Cem'in kukusuz birçok meziyeti var. Uzlaşıcı ve yapıcı bir karaktere sahip. Türkiye'yi iyi temsil ediyordu. Fakat lider olabilir mi? Liderlikte başlıca aranan vasıf karar verebilme yeteneğidir. Bu yetenek kendisinde var mı yok mu, bilemiyorum. Daha çok usta bir taktisyen olduğu intibaındayım. Medyanın hayranlığını kazanmak hünerine de diyecek hiçbir şey yok. Ne var ki Dışişleri Bakanlığı'nda Türkiye'nin temel dış sorunlarını çözmek için büyük bir gayret sarf ettiği ve bu uğurda iç politikada risk aldığı söylenemez. Risk alabilmek de devlet adamlığının gereğidir.
Kemal Derviş istisnai yeteneklere sahip. Uluslararası alanda da büyük beğeni toplayan bir isim. Karizmatik bir kişiliği var. Karar ve risk almasını biliyor. Beni tek şaşırtan tarafı solcu söylemi, çünkü güttüğü ekonomik politikanın solculukla en ufak bir ilgisi yok. Aksine ister istemez büyüme aşamasına gelinceye kadar sosyal çarpıklıklara ve haksızlıklara yol açan bir politika. Sosyal vicdanlı bir liberal olması takdir edilmelidir, fakat bu mutlaka sol bir siyasi oluşumu seçmesini gerektirmezdi. Mehmet Ali Bayar'ın dediği gibi, ‘‘merkez’’ tek bir şemsiye altında buluşabilirse mesele yok, aksi takdirde Derviş'in Türk solunun geleneksel saray entrikaları ve jakobenizm tutkusuna uyum sağlaması kolay olmayacaktır.