Paylaş
KÖKTENDİNCİ ve bölücü faaliyetlerde bulunan kamu görevlilerinin memurluktan uzaklaştırılmalarını kolaylaştırmak amacına yönelik kanun hükmünde kararname taslağının yol açtığı yaygın tartışmalar sırasında dikkati çeken bir nokta, çok kere hukuk ile siyaset arasında sanki iyice belirli bir sınır bulunduğu varsayımından hareket edilmesi oldu. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki görüş ayrılığı hukuk ile siyasetin karşı karşıya gelmesi şeklinde takdim edildi. Oysa bu ayrım tamamen yapaydır. Özellikle kamu hukuku kurallarının hepsinin arkasında bir politik görüş bulunması doğaldır ve bu bütün dünyada böyledir. Yasama yetkisini kullananlar kanunları kendi siyasi görüşlerine göre biçimlendirirler. Hukuk şekil, sistem ve yöntemdir, öz siyasettir. Bir ülkenin anayasası da, şayet demokratik bir anayasa ise, halkının büyük çoğunluğunun temel siyasi değerlerini yansıtır ve kanunların bunlara aykırı olmamasını sağlayacak kurumlar oluşturur.
***
Sadece yasama sürecinde değil, fakat kanunların yorumlanmasında da kaçınılmaz olarak siyaset rol oynar. Nitekim, kanun hükmünde kararname tartışmalarında hukukçular kendi siyasal eğilimleri doğrultusunda istedikleri gibi yorumlar üretmekten geri kalmadılar.
***
Cumhurbaşkanı'nın davranışının hem hukuki ve hem de siyasi yönü vardı. Hukuki sorun Cumhurbaşkanı'nın kararnameyi imzalamaktan imtina edip edemeyeceği etrafında düğümleniyordu. Cumhurbaşkanı'nın bu konuda tam bir takdir hakkına sahip bulunduğunu anlamak için derin hukuki tahlillere ihtiyaç yoktu. Mesele son derece basitti. Bundan önceki cumhurbaşkanları 27 kanun hükmünde kararnameyi anayasaya aykırılık, düzenlemelerin yetki yasalarının kapsamı dışında kalması, kararname konusunun yasayla düzenlenmesinin daha doğru olacağı gibi gerekçelerle imzalamamışlardı. Cumhurbaşkanı Sezer'in yaptığı da bundan başka bir şey değil.
***
İşin siyasi yönüne gelince, Cumhurbaşkanı'nın takdir hakkını teslim edenler bile, onun, kararını verirken münhasıran hukuk kurallarını gözetmekle yetinemeyeceğini, devletin bölünmezliğini ve laikliği korumaya öncelik vermesi gerektiğini ileri sürdüler. Sezer'in bu açıdan yaptığı hatayı kanıtlamak için de bütün bölücülerin ve köktendincilerin sevinç içinde olduklarını belirttiler. Bence bu eleştiri yanlıştır ve Cumhurbaşkanı politik bakımdan da isabetli hareket etmiştir. Bir kere ortada bir prensip sorunu var. Hükümet kararnamenin hükümlerini içerecek bir kanunu Meclis'ten geçirecek bir çoğunluğa güvenemediği için kanun hükmünde kararname yolunu seçmişti. Bu yaklaşımı parlamenter demokrasinin kuralları ile bağdaştırmak olanaksızdır. İkincisi, kararnamenin öngördüğü tedbirler 1997'den beri gündemdeydi. Hükümetçe hiçbir şey yapılmadı, Meclis bir kanun taslağı üzerinde anlaşamadı, köktendinci eğilimleri olanların duyarlı görevlere atanmalarına devam edildi. Sayısı 253 olduğu belirtilen irticacı kaymakamları kim tayin etti? Bunların daha pasif görevlere çekilmelerine engel mevzuat mı var? Bütün bu gerçekler ortada iken Başbakan'ın yaptığı gibi ‘‘Kastı olmasa bile, rejim düşmanlarını yüreklendirdi’’ diyerek Sezer'i suçlamak büyük bir haksızlık ve insafsızlık olmuştur.
***
Ecevit'in buhran boyunca Sezer'e karşı sergilediği hiddetin anlaşılır bir psikolojik nedeni var. Sezer'i Çankaya'ya çok usta bir politik strateji ile o taşımıştı. Bütün isteklerine itaat edeceğinden emindi. Düş kırıklığına uğrayınca sinirlerine hákim olamadı. Şimdi de Cumhurbaşkanı'nın yetkilerinin daraltılmasını gündeme getiriyor. Gerçekte Ecevit bütün siyasal yaşamı boyunca insanlar hakkında yanılmış ve bu yüzden geçmişte memleket bir hayli zarar görmüştür. İlk defa bir yanılgısı hayırlı oldu. Ülke dengeli, şahsiyetli ve vakur bir cumhurbaşkanı kazandı.
Paylaş