Sivil toplum ve NATO

NATO zirvesinden önce geçen hafta sonunda TESEV ve ABD-Alman Marshall Fonu tarafından ortaklaşa düzenlenen ’Atlantik İttifakı Yeni Bir Yol Kavşağında’ başlıklı konferans hem ele aldığı konuların güncelliği ve hem de katılımcıların seviyesiyle son derece başarılı oldu.

Tartışmaları biraz derinlemesine irdelemek isterdim, fakat bu köşenin boyutu içinde buna imkán yok. Sadece önemli gördüğüm bazı noktalara değineceğim.

***

Konferansta izlediğim üç panelden bahsetmek istiyorum. Birincisi ‘Genişletilmiş Ortadoğu’da demokrasiyi teşvik etmek teması üzerindeydi. Değerlendirmeleri şöyle özetleyebilirim: Nüfusunun yüzde 60’ını 20 yaşından gençlerin oluşturduğu ve yılda 6 milyon iş yaratması gereken Arap dünyasının bugün yerinde saydığını, hatta geriye gittiğini, sayısı gittikçe artan Arap aydınları ve sivil toplum temsilcileri de dile getiriyorlar.

Arap ülkelerinin modernizasyon ve globalleşmeye uyum sağlamada başarısızlığının bir nedeni, iktidarda tutunmaktan başka emeli olmayan otoriter, baskıcı ve yozlaşmış yönetimler ise diğeri de Batılıların uzun yıllar ekonomik ve stratejik nedenlerle bu yönetimleri desteklemiş olmalarıdır.

İsrail-Filistin ihtilafı bir yandan şiddete yönelik radikal dinci cereyanlara ivme verirken, diğer yandan iktidarı elinde tutanlara reformları erteleme bahanesi sağlıyor. Bölgede köklü reformları ters tepkiler doğurmayacak şekilde gerçekleştirmek kolay olmayacak. Sivil toplumu da kapsayan dengeli bir yaklaşımın şart olduğunu bütün konuşmacılar vurguladılar.

***

Azerbaycan ve Gürcistan cumhurbaşkanlarının da katıldığı ikinci panelin konusu Karadeniz bölgesiydi. Genişletilmiş Ortadoğu gibi Genişletilmiş Karadeniz bölgesi kavramı geliştiriliyor.

Sahildar ülkelerin dışında Ermenistan, Azerbaycan ve Moldava’yı kapsayan bölgenin üzerinde durulması gereken özellikleri var: Avrupa’yı Hazar’da enerji kaynaklarına bağlıyor; Transnistria, Abhazya, Güney Osetya ve Yukarı Karabağ gibi dört ihtilaf teröre elverişli bir ortam yaratıyor; örgütlü suçlar ile silah ve uyuşturucu kaçakçılığının transit yolu buradan geçiyor. Dolayısı ile bölgenin istikrarının Avrupa-Atlantik bölgesinin istikrarı ile bağlantılı olduğu fikri gittikçe kuvvetlendi.

Balkanlar’ı konu alan üçüncü panelin en ilginç tarafı katılımcılardı. Bosna’da, Arnavutluk’ta, Hırvatistan’da ve Sırbistan’da liberal ve reformcu politikacılar olarak son seçimleri kaybetmişlerdi. Hırvatistan’da ve Sırbistan’da radikal milliyetçiler işbaşındaydı. Ne var ki, muhalefete düşen liberaller NATO ve AB perspektifleri ışığında ülkelerinde demokrasinin istikbalinden fazla endişe duymuyorlardı.

***

Nitekim pazar günü Sırbistan’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini bir liberal kazandı. Gerek Balkan gerek Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri temsilcilerinde ortak bir bilinç var. Komünist rejimler altında yaşadıkları özgürlük kısıtlamalarını ve baskıları belleklerinde canlı tutuyorlar ve bu nedenle AB’ye olduğu kadar NATO’ya da büyük değer veriyorlar.

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasında NATO’nun oynadığı rolü unutmuyorlar. Sanal bir dünyada yaşamakta inat eden Türkiye’deki solcu ve diğer ideologların nostaljik gösterilerine herhalde en fazla onlar hayret etmişlerdir.

Konferanstaki tartışmalar ışığında Türkiye’nin Kafkasya, Ortadoğu ve Balkanlar’daki politikası için çıkarılabilecek bazı sonuçları bir sonraki yazımda belirtmeye çalışacağım.
Yazarın Tüm Yazıları