SİVİLLER ile askerler arasında sorunlar yaşanması Türkiye’ye özgü değil. Başka demokrasilerde de, daha dar kapsamda, askeri strateji ve savunma politikaları bağlamında, zaman zaman problemler ortaya çıkıyor.
Özellikle ABD’de, Başkan ve Savunma Bakanı ile generaller arasında ciddi görüş ayrılıkları ve bazen de gerginlikler eksik olmamıştır. "Asker üzerinde sivil kontrol" kitabının yazarı Michael C.Desh, Foreign Affairs Dergisi’nin mayıs-haziran sayısındaki "Bush ve Generaller" başlıklı makalesinde bu konuyu irdeliyor.
* * *
Desh’e göre sivil-asker ilişkilerinde gerginlikler Irak savaşı ile başlamamıştır. Vietnam savaşı sırasında, kıdemli subaylar, askerlerin körü körüne sivil liderlere itaat etmelerinin yenilginin başlıca nedenlerinden biri olduğu kanaatine varmışlar, ileride sivil yönetim yine stratejik hatalar yapmak eğilimi içine girerse, askerlerin artık sessiz kalmamaları gerektiğini vurgulamışlardır.
Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Colin Powell da anılarında, silahlı kuvvetlerin, bir kurum olarak Vietnam savaşının güdülen stratejiyle kazanılamayacağını Başkan’a açıkça bildirmemelerini eleştirmektedir.
Başkan Clinton zamanında da sivil-asker ilişkileri problemsiz değildi. 1999’daki Kosova krizinde, Clinton ve Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Sırbistan’a karşı sınırlı hava saldırıları yanında gerekirse kara operasyonlarına girişileceği tehdidinde bulunulmasına taraftardılar. Komuta kademesindekiler ise daha kapsamlı hava saldırılarını desteklerken kara operasyonları opsiyonundan söz edilmesine karşıydılar.
Ve sonunda onların dedikleri oldu. O devrin Genelkurmay Başkanı Hugh Shelton, kuvvet kullanmanın ancak bütün başka çareler tükenirse başvurulacak bir yol olduğu inancını dile getirmişti. Onun nazarında kuvvete başvurulmadan önce şu soru sorulmalıydı: "Cesetler geri gelmeye başlayınca, kuvvete başvurmanın hálá ABD’nin menfaatine olduğunu düşünecek miyiz?"Hatırda tutulması çok yararlı bir kriter.
Desh, makalesinde, Bush başkanlığa gelir gelmez yönetim ile askerler arasında patlak veren ihtilaflar üzerinde uzun uzun duruyor: Savunma Bakanı Rumsfeld ile yardımcısı Wolfowitz, Pentagon’da bir devrim yapmak iddiasındaydılar. Profesyonel görüşlere hiç itibar etmiyorlardı. Üslupları kırıcıydı. 11 Eylül 2001 terör saldırısı kısa bir süre için havayı yumuşattı, Afganistan’a müdahale konusunda da bir görüş birliği içinde hareket edildi.
Fakat Irak savaşı uzun süreli bir çekişmenin başlangıcı olacaktı. Askerler, Irak’a müdahale için birkaç yüz binlik bir kuvvete ihtiyaç duyuyorlardı, fakat Rumsfeld ve yardımcısı çok daha az bir kuvvetle istenilen amaca ulaşılabileceğinden emindiler.
* * *
2006 sonbaharında, yönetim, Irak’taki kuvvet miktarının direniş, terör ve sivil savaşla başa çıkılması için yeterli olmadığını nihayet fark etti. Ancak askerler artık Irak’taki ABD askeri mevcudiyetinin çözümün değil, sorunun bir parçasını teşkil ettiğine inanıyorlardı. 20-30 bin kişilik bir takviyeyle sonuç alınması mümkün değildi. Nitekim yine haklı çıktılar. Irak bataklığından kurtulmak, ABD için her zamankinden daha zor.
Desh, İran’a karşı olası bir nükleer saldırıyı da ancak askerlerin topluca muhalefetinin engelleyebileceği görüşünde. Peki ABD’de ordunun politikacılardan daha temkinli olması şaşırtıcı mı? Bence değil. Tarihte bunun örnekleri bir hayli var. Savaşın felaketini askerler daha iyi idrak ederler.