‘BAŞBAKANLIK İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun ‘Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar’ konusundaki Ekim 2004 raporu, günlerden beri çok sert bir şekilde eleştiriliyor.
Özerk sayılan kurulun raporunu Başbakanlığın kendisi de zaten sahiplenmedi. Dolayısıyla ortada Türkiye’yi bağlayan bir belge söz konusu değil.
Raporun eleştirilmesi ne kadar haklı olursa olsun, onu yazanlara karşı bir cadı avı başlatmak da o kadar yanlış olur. Düşünce özgürlüğü, bize en ters gelen fikirlere karşı da hoşgörüyle bakmamızı gerektirir.
* * *
Raporun tam metnini henüz görmedimse de en kritik kısımları basına yansıdı. Özellikle Anayasa’nın ‘Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür’ diyen 3’üncü maddesi hakkındaki irdelemenin mantığını anlamak çok zor. Rapor ‘milletin bütünlüğü’ kavramının milleti oluşturan çeşitli alt kimliklerin inkárı anlamına geleceğini; çünkü ‘Türk’ teriminin aynı zamanda bir etnik grup anlamına geldiğini ileri sürüyor.
Böyle bir sonuca nasıl varıldığı belli değil. Millet kavramı sadece etnik ve dini birliğe dayanmaz; bir tarihi süreç içinde oluşan, geniş anlamda çıkar ve kültür birliği içinde bulunan, ortak geleneklere sahip bir toplumu tarif eder. Raporun iddia ettiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda üst kimlik ‘Osmanlılık’ iken sonradan ‘Türklük’ olarak belirlenmesinin alt kimlikleri yabancılaştırdığı savı da inandırıcı olamaz.
Cumhuriyetten önce Osmanlıların tümünün dünyada Türk olarak algılandıkları ve tanımlandıkları unutulmamalıdır. Yalnızca Türkiye’de değil, üniter olsun veya olmasın diğer devletlerde de milletin bütünlüğü prensibi esastır.
Bundan birkaç yıl önce Korsikalılar için ’Fransız milletinin bütünleşmiş bir parçası olan Korsika halkı’ ifadesinin kullanılmasını hükümet önerince buna Anayasa Mahkemesi itiraz etti, Korsikalıların halk olarak bile kabul edilemeyeceği görüşünü savundu.
* * *
Raporun, üst kimliğin ‘Türkiyelilik’ olması gerektiği konusundaki düşüncesi yine insana çok ters geliyor. Böyle bir kavram nerede var? ‘Türkiyelilik’ sözcüğünü yabancı lisana çevirmek bile mümkün değil.
Türkiye vatandaşı olanlara Türk denmesinden daha tabii bir şey olamaz. Ama bir Boşnak veya bir Kürt, kökenini ön plana çıkararak ‘Ben Boşnağım’ veya ‘Ben Kürdüm’ derse bunu da mesele yapmamak gerekir; zaten Kürtler hep söylüyorlar.
Elinde Türk pasaportu var mı, dışarıda Türkiye vatandaşı olarak görülüyor mu, Türkiye’nin kanunlarına tabi mi, Türkiye’yi ülkesi olarak benimsiyor mu, önemli olan bu.
Rapor, Türkiye’deki Sevr paranoyasının rahatsız edici olduğunu ve ‘Türkiye’nin AB’ye girebilmek için rıza gösterdiği demokrasiye aykırı’bulunduğunu, bu paranoyanın beslediği zihniyetin reformları engellediğini vurguluyor. Sevr saplantısını ben de olabileceği kadar saçma buluyorum; fakat bunun demokrasiye aykırı olduğu söylenemez.
Herkes gibi mazoşistlerin de özgürlüğü vardır. Bütün dünyanın başlıca amacının Türkiye’yi parçalamak olduğuna inanmak ve devamlı sızlanma psikozu içinde yaşamak istemelerine karışamayız. Sevr paranoyasının reformlar yolunda ciddi bir engel teşkil ettiği de artık doğru değildir.
* * *
Tartışmalı raporları bir tarafa bırakarak dikkatimizi AB kriterleri üzerinde yoğunlaştıralım.
AB’nin istediği, azınlık haklarından ibarettir. Azınlık hakları da bireysel ve kültürel haklarla sınırlıdır.
İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun raporu, AB raporuyla örtüşmüyor, aksine bazı açılardan onunla bağdaşmıyor.