BU yıl yalnızca küresel ısınmanın sonucu olarak değil, fakat politik hararetin olağanüstü yükselmesi nedeniyle de çok sıcak bir yaz geçireceğimiz anlaşılıyor.
Yargıtay Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’nde açtığı AKP’yi kapatma davası kapsamını bugünden tahmin edemeyeceğimiz çok yönlü bir kriz tetikleyebilir.
Hafta başındaki gözaltına alınmalar ile yeni bir boyut kazanan Ergenekon sorgulamasının ise nasıl bir seyir izleyeceği, ne gibi irtibatlar ve uzantılar ortaya çıkaracağı, gözaltına alınanların ne ölçüde suçlu bulunacağı bu satırlar yazılırken henüz belli değil.
Ancak şimdiden yapılabilecek bir gözlem, gözaltı ve tutuklama yöntemlerinde eleştirilecek pek çok yön bulunduğudur. Hiç lüzumu yokken baskın şeklinde tevkifler ve gözaltına alınanlara ne ile suçlandıklarının hemen bildirilmemesi haklı olarak tenkit ediliyor.
* * *
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin eski yargıcı Büyükelçi Rıza Türmen, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları ışığında, gözaltına alınanların hangi haklara sahip bulunduklarını 3 Temmuz’da Milliyet Gazetesi’nden yayımlanan makalesinde izah etti. Her şeyden önce yakalanan kimsenin neden göz altına alındığını bilmesi lazım.
Tutuklananların makul bir süre içinde yargılanmaları veya serbest bırakılmaları gerekiyor. Tutukluluğun devam etmesi ancak kişinin serbest kaldığı takdirde kaçması veya kanıtları ortadan kaldırması riskinin bulunması gibi gerekçelere dayanmalıdır..
Anayasamız gereğince Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi milli kanunlarımıza nazaran önceliği haiz olduğundan sözleşmedeki kurallara uygun hareket edilmesi gerekir. Ne var ki, Türkiye’de sözleşme ancak siyasi tercihlere göre hatırlanıyor.
Desteklemekte olduğunuz grup ve bireyler söz konusu ise derhal ona sığınıyorsunuz, aksi halde sadece Avrupa hukukunun değil, kendi hukukunuzun ihlaline bile lakayt kalabiliyorsunuz.
Ergenekon soruşturması ile ilgili son gözaltına alınmalara karşı tepkiler arasındaki farklar çok dikkat çekici. Muhalefet lideri yine yangına kürekle giderek hükümeti suçlarken Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ son derece dikkatli bir açıklama yaptı.
Başbuğ beklenebileceği gibi 24 Haziran’da Başbakan Tayyip Erdoğan ile görüşmesinde Ergenekon olayı ile ilgili gözaltına alınmalar konusuna değinilmediğini söyledi. Başka türlüsü zaten mümkün değildi. Başbakan neden savcılığın isteğini ileterek yargı sürecine müdahil olsun?
Daha sonra Genelkurmay’ın açıkladığı gibi, askeri tesis ve lojmanlarda yapılan aramalar Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre savcının istemi ve katılımı ile askeri sorumlular tarafından yerine getirilmiş.
Başbuğ, açıklamasında, ayrıca TSK’nın birlik bütünlüğüne herkesin hassasiyetle yaklaşması gerektiğini, geçirdiğimiz zor günlerde "hepimizin sağduyulu, soğukkanlı, daha dikkatli ve sorumlu davranmak" zorunda olduğumuzu belirtmiş ve bu alanda medyaya görev ve sorumluluk düştüğünün altını çizmiştir.
* * *
Orgeneral Başbuğ’a katılmamaya imkán yok. Ordunun yıpratılması kadar Türkiye’ye zarar verecek bir şey olamaz. Başbuğ’un medya hakkında söyledikleri de doğrudur. Bir kriz atmosferinde yazılı ve görsel medyanın tutumu kritik önemdedir.
Medya dezenformasyonu önlemeli, komplo teorilerine itibar etmemeli, sansasyondan kaçınmalıdır. Türkiye’de komplo teorileri üretme tutkusu ve onlara inanma eğilimi son yıllarda sadece medyaya değil, fakat bütün kurumlarımıza sirayet etmiştir. Kurumlarımızın, oldukça sık eylem dürtüsü yaratan bu iptila ile mücadele etmeleri gerekir.
Türkiye’deki dengeler çok kırılgan hale geldi. Bu dengelerin altüst olması kimseye yarar sağlamaz. Bütün kurumlar, bütün siyasi partiler, medya ve sivil toplum örgütleri, aralarındaki görüş ve ideoloji farkları ne olursa olsun, ortak ve temel çıkarlarının siyasi ve ekonomik istikrarı korumak olduğu bilinci ile hareket etmelidirler.