Sevr’e nasıl gidildi

YILLARDAN beri süregelen ve gittikçe yaygın hale gelen Sevr sendromu beni gerçekten çok şaşırtıyor. Nedeni de gayet basit: 40 yıldan daha uzun süren diplomasi mesleğimde Sevr diye bir kaygı, bir vehim hiçbir zaman mevcut olmamıştı.

Sevr, bir imparatorluğun çöküşünün ve İttihat Terakki yönetiminin şuursuz politikasının bir simgesiydi. Antlaşma üstelik hiçbir zaman uygulanamamış, ölü doğmuştu. Lozan ise Atatürk’ün liderliğinde Türk milletinin silkinişinin ürünüydü.

Lozan’dan sonra Türkiye Cumhuriyeti kazanımlarına devam etmiş, Montreux Antlaşması imzalanmış, Hatay Türkiye’ye katılmış, Türkiye İkinci Dünya Savaşı’nı kazasız belasız atlatmış, NATO’ya üye olarak güvenliğini kuvvetlendirmiş, Kıbrıs’a 1974’te başarılı bir müdahale yapabilmişti. Sevr tarihin küflü sayfalarına gömüleli artık 85 yıl oluyor.

***

Peki Sevr’e nasıl gidildi? Bu soruya çok uzun cevap verilebilir; dış dinamikler yanında iç öğeler var. Fakat ben bugün yalnızca Birinci Dünya Savaşı’nda Alman Askeri Misyonu’nun başkanlığını ve sonra Atatürk devralıncaya kadar Yıldırım Orduları Başkomutanlığı’nı yapmış olan General Liman Von Sanders’in yeniden okuduğum anılarındaki bazı gözlem ve değerlendirmelerine değineceğim.

Liman Von Sanders’in kişiliği tabii oldukça tartışmalı. Enver Paşa ile geçinemediği gibi onun maceracı politikasını desteklemekle itham ettiği Alman makamları ile de ters düşmüştü. Fakat bu, değerlendirmelerini geçersiz kılmaz. Savaşın hemen sonunda yazdığı kitabında yalnızca iki Türk generalini övmesi dikkat çekici.

Biri Mustafa Kemal Paşa, ikincisi de İsmet Paşa. Türk askerinin meziyetlerini de gayet güzel teşhis etmiş: ’Aslında mükemmel bir asker. İyi beslendiği, iyi muamele gördüğü, yeterli eğitim aldığı, komutanlarına güven duyduğu takdirde mutlaka yüksek randıman verir.’

***

Liman Von Sanders, 17 Aralık 1917’de Alman Genelkurmayı’na gönderdiği raporda Osmanlı Başkomutanlığı’nın yaptığı başlıca stratejik ve taktik hataları irdeliyor. Ona göre ilk hata, Aralık 1914-Ocak 1915’te Sarıkamış muharebesinde yapılmış.

Osmanlı ordusu o tarihte Rus kuvvetlerine karşı en iyi savunma yapabilecek şekilde mevzilenmiş bulunuyordu. Fakat Sarıkamış-Kars yönündeki hesapsız taarruz, felákete yol açtı. 90 bin kişiden sadece 12 bin kişi kurtuldu. Askerin büyük bir kısmı açlıktan ve soğuktan öldü. 1916 yazında Erzurum istikametinde yapılan taarruzda zayiat 60 bini buldu.

1916 yazında ve 1916-17 kışında İran harekátı çok yanlıştı. İngilizler Irak’ta ricata mecbur edilmeden Irak cephesinden asker çekilerek yeni bir cephe açmamak gerekirdi. Sonuçta Bağdat kaybedildi. Ağustos 1916’da sadece 18 bin kişilik bir kuvvetle girişilen Süveyş harekátının hiçbir başarı şansı yoktu.

O zamana kadar Süveyş’i korumaktan başka şey düşünmeyen İngilizler, El-Tiş Çölü’nde konuşlandılar. İngiliz kuvvetlerinin daha sonra Filistin istikametinde ilerlemesi, bu lüzumsuz operasyonun bir neticesiydi.

***

Liman Von Sanders, raporunun sonunda Aralık 1917’de Osmanlı ordusundan 300 bin askerin firar ettiğini ve artık bu ordunun operasyonel kabiliyetini kaybettiğini belirtiyor. Zaten kısa bir süre sonra yenilgi çanları çalacaktı.

Sevr gibi bir akıbete kolay kolay düşülmez. Bir hatalar silsilesi sonunda düşülür. Bugün böyle bir korkuyu haklı gösterecek bir durum var mı? Türk Devleti’nin, Türk ordusunun 1914-1918’deki politik ve askeri hataları tekrarlayacağı tasavvur edilebilir mi?

Sevr paranoyasında aslında komik, trajik olan, ona kapılanların sayısının az olmaması ve içlerinde devlette daha önce çok yüksek mevkiler işgal edenlerin bulunması.
Yazarın Tüm Yazıları