8 Kasım'da yayımlanan ‘‘Aralık Ayında KKTC’’ başlıklı yazımda Türkiye'nin gütmesi gereken politika hakkında şöyle diyordum:
‘‘Hükümet gerçekten Annan planı çerçevesinde bir çözümde kararlı ise seçimlerin Kıbrıs Türklerini bölmesini beklememeli, seçimden önce Cumhurbaşkanı ile muhalefet arasında bir uzlaşma zemini sağlamalıdır.’’ Hükümet ise seçimlerin vereceği mesajı beklemeyi tercih etti ve bu arada Annan planına değişiklik önerilerini hazırladı. KKTC'ye gelince, Annan planının temel ilkeleri ve parametreleri dışında yeni bir çözüm üzerinde çalışmalarını sürdürdü. Şimdi seçimlerden sonra net olmayan tabloda bu iki yaklaşımın bağdaştırılmasına çaba harcanacak. Üstelik KKTC'de bir koalisyonun kurulması da çözüm şekli konusunda asgari bir mutabakata bağlı. 1 Mayıs 2004'e kadarki çok sıkışık takvimde kaybedecek bir saniye yok.
* * *
Şeçimler bir kilitlenme doğurduysa da KKTC halkının verdiği mesaj açıktır. Meclisteki sandalye sayısının eşitliğine rağmen muhalefetin kazandığı oy miktarı daha yüksek. Kaldı ki CTP'ye ve BDH'ye oy verenler içinde gençlerin sayısı çok daha fazla. UBP'ye ve DP'ye oy verenlerin çoğunlu 1974'ten sonra Türkiye'den gelenler veya statükonun bozulmasının imtiyazlarına zarar vereceğini düşünenler. Aslında fark, istikbale bakanlar ile maziye bakanlar arasında. Kaldı ki, Annan planı geçen mart ayında referanduma sunulsaydı mutlaka onaylanırdı. Çünkü seçimlerde iktidar partilerinin aldığı oylarda o zamandan beri Cumhurbaşkanı Denktaş'ın yürüttüğü cansiperane kampanyanın büyük rolü olmuştur.
Ankara çok kararlı davranmadığı takdirde Denktaş'ın bundan sonra da çözümün anahtarını elinde tutacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Peki kendisi seçim sonuçlardan ne kadar etkilendi? Belli değil. Söylemlerinde esneklik yönünde bir emare gördüğünüzü sanıyorsunuz, hemen arkasından Annan planına karşı bütün bataryalarını ateşliyor. Bir çöüme varılacaksa her şeyden önce Denktaş'ın pozisyonunda tam bir tornistan yapması gerekir. Denebilir ki bundan sonra Denktaş yine müzakereci kalmaya devam etse bile tek başına olmayacak, yanında çözüm taraftarları da bulunacak. Türkiye de ağırlığını koyacak. Doğru da, Denktaş'ın politik mahareti hiç küçümsenmemelidir.
Dikkat edilmesi gereken bir nokta, Annan planında fazla değişiklik yapılamayacağıdır. Plan şimdiye kadar iki kere revize edildi ve her defasında Türk tarafı lehine yapılan ayarlamalar Rum tarafı lehine yapılan ayarlamalarla dengelendi. Bu nedenle istenecek değişiklikleri asgari düzeyde tutmak onların kabul şansını artırır. Bunların başlıcalarına kısaca değinmek istiyorum. Bir kere KKTC Cumhurbaşkanı, Kıbrıs'ta iki halk olduğunun açıkça belirtilmesini istiyor. Bunda kuşkusuz haklıdır. Annan planına göre ‘‘Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’’ne vücut veren Tesis Anlaşması'nı ‘‘kurucu iradeleri’’ ile Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar referandumda onaylayacaklar. ‘‘Kıbrıs Türk ve Rum halkları’’ demek daha doğru olur.
Bunun dışında Annan planının en pürüzlü noktaları mülkiyet ve ikamet ile ilgidir.
* * *
Mülkiyet konusunda plan, Türk bölgesindeki toplam toprak alanının ve konut sayısının en çok % 10'unun eski Rum maliklerine iadesini öngörmektedir. Bu oran yüksektir, % 5'e indirilmesi istenebilir. İkamet meselesine gelince; plan, gayrimenkul iadesinden yararlananlar, özel dönüş hakkı elde edenler ve Kuzey'de sürekli ikamet etmek isteyenler için aşamalı toplam kotalar saptamıştır. Özetle 15 yıl sonra Türk bölgesinin nüfusunun en çok % 21'i kadar kişiye ikamet hakkı verilecek. Bu oranın da % 10'a indirilmesi yerinde olur ve iki kesimliliğe daha uygun düşer. Gerçi Denktaş 1960 antlaşmalarındaki hakların tehlikeye girdiği ve Garanti Antlaşması'nın sulandırıldığı gibi görüşleri de ısrarla ileri sürüyor, fakat bunlar inandırıcı olmaktan uzak. Annan planı etrafında yaratılan efsane ile planın gerçek içeriği arasında inanılmaz bir fark mevcut. Efsaneye bel bağlayarak KKTC'nin ve Türkiye'nin uzun süreli çıkarlarını tehlikeye atmayalım, akılcılık youndan ayrılmayalım.