Şaron’suz İsrail ve HAMAS’lı Filistin

HENRY Kissinger, 16 Şubat’ta International Herald Tribune Gazetesi’nde yayımlanan makalesinde Şaron için diyor ki: "...Uzun yıllar Şaron’un stratejik hedefi, yerleşim birimleri politikasıyla Batı Şeria’da bir Filistin yönetimi kurulmasını önlemekti. Yaşı ilerledikçe Batı Şeria’yı elde tutmanın İsrail’in tarihi amacına ters düşeceği sonucuna vardı; çünkü Yahudi nüfusu zamanla bu topraklarda bir azınlık haline gelecekti."

Kissinger bu noktadan hareketle HAMAS’ın Şaron gibi bir köklü dönüşüm geçirmesi gerektiğini vurguluyor. İyi de Şaron yeni vizyonunun gerçekleşmesi için Filistinlilerle müzakere ve uzlaşmadan çok Batı Şeria’da duvar inşası ve boşalttığı Gazze’yi tecrit etmek gibi tek taraflı önlemlere güveniyordu.

Ehud Olmert’in vizyonu da farklı değil. Kudüs’ün ve Ürdün vadisinin yanı sıra Batı Şeria’da üç büyük yerleşim biriminin de İsrail sınırları içinde kalmasını istiyor.

* * *

HAMAS’ın köklü bir dönüşüm geçirip geçirmeyeceğini ancak zaman gösterecek. İsrail ve onu desteleyen ABD, bu süreci imkánsız hale getirecek, Filistin halkının yaşam koşullarını daha da güçleştirecek, onu umutsuzluğa sevk edecek ve HAMAS’a uzlaşmaz politikasını devam ettirmekten başka alternatif bırakmayacak tepkisel bir politikaya kendilerini kaptırmamalıdırlar.

HAMAS’ın popülaritesinin temelini teşkil eden söylemlerinden birdenbire vazgeçmesine imkán yoktur. Fakat yönetim sorumluluğunu omuzlarında hissettikçe, politik gerçekleri kavradıkça, liderlerinin daha olgun ve daha dengeli bir siyasete yönelmeleri imkánsız değildir. HAMAS ile El Fetih arasında hükümetin kurulmasıyla ilgili temasların mevcudiyeti biraz umut vericidir.

İsrail, kendi varlılığının tanınmasında, HAMAS’ın şiddetten vazgeçmesinde ve FKÖ’nün şimdiye kadar üstlendiği yükümlülüklerin HAMAS tarafından da benimsenmesinde ısrar etmekte kuşkusuz haklıdır.

HAMAS’a gelince, her ne kadar kuruluş bildirgesinde İsrail’in haritadan silinmesi hedefi yer alıyorsa da, öldürülen lider Abdülaziz Rantisi 1967 sınırları içinde bir İsrail’in varlığının kabul edilebileceğini ima etmekten geri kalmamıştı. Böyle bir tutumun makul ve hakkaniyete uygun olmadığı iddia edilemez.

* * *

2004 yılında Suudi Arabistan, Beyrut’taki Arap Ligi zirvesinde 1967 sınırlarına dönmesi karşılığında İsrail’in varlığını tanımaya hazır olduğunu beyan edince Batılılarca alkışlanmıştı.

HAMAS sınırlar konusunda aynı yaklaşım içine girer, şiddet politikasını reddeder, 2000 yılında eski ABD Başkanı Clinton’un yaptığı ve Arafat’ın reddettiği öneriler çerçevesinde müzakerelere girmeye hazır olduğunu açıklarsa, İsrail bunu kabul eder ve tek taraflı olarak aldığı önlemlerden vazgeçer mi?

Şimdilik söz konusu değil. Dolayısıyla HAMAS’ın uzlaşıcı bir pozisyona getirilmesine çalışılırken baskının sadece onun üzerinde uygulanması yeterli olmayacaktır.

İçinde bulunduğumuz kritik devirde BM, AB, ABD ve Rusya’dan oluşan kuartetin görüş ayrılığına düşmemesinin önemi büyüktür. Bu açıdan Rusya da sorumlulukla hareket etmelidir. Fırsattan istifadeyle bölgede kendi ağırlığını artırmak politikasını güderek kuartetin dayanışmasını sarsmamalıdır.

* * *

Türkiye’ye gelince, Meşal’in talihsiz ziyaretiyle AKP hükümetinin bir hata yaptığı yadsınamaz. Bundan sonra daha dikkatli ve dengeli bir politik çizgiye yönelinmelidir.

Bir yandan Filistinlileri cezalandırma politikasını frenlenmesi ve uluslararası kuruluşlar kanalıyla yapılan insancıl yardımların artırılması için çaba harcamalı, diğer yandan hakkaniyete uygun bir müzakere zemini bulunmasına imkán ölçüsünde katkıda bulunmalıdır.
Yazarın Tüm Yazıları