YASER Arafat için olduğu gibi Ariel Şaron’un da siyasi hayatı dramatik koşullar içinde sona eriyor. Tabii ikisi arasında bir kıyaslama yapmak gerekirse, Arafat hiçbir zaman militanlıktan ve ihtilalcilikten kendini sıyırarak gerçekçi bir politik vizyona yönelememişti.
Şaron ise şiddete, acımasızlığa ve uzlaşmazlığa dayanan politik kültürü ne olursa olsun, sonunda, halkının gerçek çıkarlarının bilincine vararak tarihin akışına yerinde bir teşhis koydu. Yepyeni bir kimliğe bürünmeyi başardı.
İlk önce intihar saldırılarına karşı kolektif ceza uygulamaları ve duvar inşası gibi radikal tedbirlerle İsrailli sivillerin güvenliğini geniş ölçüde sağladı. Arkasından taraftarlarının bile itirazlarına rağmen Gazze’den İsrail kuvvetlerini ve yerleşimcilerini çekerek istisnai bir siyasi cesarete sahip olduğunu kanıtladı.
* * *
Büyük tabloyu görerek, temel hedefi saptayarak geri adım atabilmek kolay görülen bir meziyet değildir. Hiç riske girmeyi göze alamadıkları, sürekli gerçeklerden kaçtıkları ve popülist demagojiye iltica ettikleri için halklarını ve ülkelerini çok daha büyük risklere maruz bırakan liderleri yakından tanıyoruz.
Şaron, politik çizgisine kendi Likud partisi içinde káfi destek bulamadığı için yeni kurduğu Kadima Partisi ile mart ayında seçimlere gitmeyi planlıyordu. Siyaset sahnesinden çekilmesine rağmen bu partinin yine çoğunluğun desteğini alması bekleniyor. Ne var Şaron’un Batı Yakası konusundaki politikası, belirsizliğini korumaya devam ediyordu.
1967 savaşında işgal edilen topraklarının ne kadarını Filistinlilere bırakmaya razı olduğu, Şeria vadisini terk edip terk etmeyeceği, Kudüs için nasıl bir statü düşündüğü pek belli değildi. Bu noktalar açıklığa kavuşmadan yol haritasının öngörüldüğü iki devlete dayalı çözüm projesinin başarı şansı yoktur.
Çözüm için Filistinlilerin de kendilerini derleyip toparlamaları gerekir. Oysa 25 Ocak’ta yapılacak seçimlere çok az vakit kaldığı halde Fetih Partisi içindeki bölünme devam ediyor. Genç ve yaşlı kuşaklar arasındaki mücadele, partiyi zayıflatıyor. Seçimlerin ertelenmesini isteyenler var. Bir ara İsrail’in Doğu Kudüs’te seçimlere müsaade etmemek eğiliminde olması, erteleme için bahane olarak görülüyordu.
İsrail şimdi Doğu Kudüs’te yaşayan 200 bin Filistinliden sadece 5 binine oy hakkı tanıdı; fakat Hamas’ın orada seçim kampanyası yapmasını yasakladı. Yine de seçimlerin sonunda Hamas’ın büyük bir siyasi güç olarak ortaya çıkacağı muhakkak gibi. Bir görüşe göre Hamas, meşru siyasete dahil edilirse şiddet hareketlerine son verebilecektir.
ABD, seçimleri desteklemekle umudunu buna bağlamışa benziyor. Oysa Lübnan örneği ortada. Hizbullah, Lübnan meclisinde temsil edildiği halde Güney Lübnan’daki milislerini dağıtmaya yanaşmadı. Hamas içinde mücadeleyi tamamen siyasi alana taşımaya razı olacakların sayısı herhalde çok fazla değil.
* * *
Filistinliler seçimlerden sonra tutarlı bir politika üzerinde kendi aralarında anlaşamazlarsa, çözüm yolunda ilerleme kaydetmek bir yana, artık kendi yönetimlerinde olan Gazze’de bile istikrar ve güvenlik koşullarını sağlayamazlar. Gazze’nin Türkiye’nin de desteğiyle ekonomik gelişmesine yönelik projelerin gerçekleşmesi söz konusu olamaz.
2000 yılında Clinton’un çabalarıyla bir çözüme çok yaklaşılmıştı. Arafat o fırsatı kaçırdı. Barış için hem İsrail’in, hem de Filistinlilerin çok kuvvetli liderlere ihtiyaçları var.
Şaron artık siyaseten yok. Filistin tarafında kuvvetli bir lider gözükmediği gibi seçimlerden sonra istikrarsızlığın ve kargaşanın artması şaşırtıcı olmayacaktır.