ÖNÜMÜZDEKİ günlerde ve şubat ayında Türkiye'nin istikbalini doğrudan etkileyecek çok kritik kararlar almak gerekecektir. Kıbrıs konusunda durum artık iyice berraklaşmıştır.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın çözüm önerilerindeki dengeleri bu aşamadan sonra 28 Şubat'a veya bilemediniz 10-15 Mart'a kadar özlü bir şekilde değiştirmek imkánı yoktur. Annan belgesinin bazı kilit noktalarda 10 Aralık 2002'de revize edilmiş metninin tamamını kabul ettirmek şansını 13 Aralık 2002'de Kopenhag'da yitirdik. Bundan sonra, fiilen AB üyesi olan Güney Kıbrıs'ın KKTC'yi daha fazla tatmin edecek ayarlamalara razı olması için bir neden kalmamıştır. Güneyde 16 Şubat'ta başkanlık seçimleri yapılacağı ve Klerides'in kazanmasının kesin olmadığı da unutulmamalıdır. Şimdi, Kıbrıs Rumlarını, o da bir derecede köşeye sıkıştırmanın tek yolu, vakit geçirmeden Annan belgesini olduğu gibi kabul ettiğimizi bildirmektir. Bunu yapamayacağımız, yapmak istemediğimiz bellidir. Demek oluyor ki Kıbrıs meselesinde yepyeni bir sayfa açılmaktadır. Güney Kıbrıs'ın bütün Kıbrıs'ı temsilen ve çözümsüz AB üyesi olmasının gerek KKTC gerek Türkiye açısından sonuçlarını uzun yıllar göğüslemek zorunda kalacağız. KKTC'de halkın küçümsenmeyecek bir kısmı düş kırıklığına uğrayacak, kendi liderine olduğu kadar Türkiye'ye karşı da kırgınlık ve hatta öfke duyacak. Bu tepkiler Kıbrıs Türklüğünü bölecek, zayıflatacak ve belki de kısmen eritecektir. Türkiye ise AB üyeliğini ya unutacak veya ileride Kıbrıs Türkleri'nin ve Türkiye'nin çok daha aleyhine olan bir çözüme razı olmaktan başka çare bulamayacaktır. Her iki şıkta da Kıbrıs'taki güvenlik ve stratejik güç dengesinde Türkiye kazanmayacak, kaybedecektir. Kıbrıs sorununda AKP'nin ilk yaklaşımları ve dürtüleri doğruydu, fakat kanaatlerinde ısrar etmek cesaretini gösteremedi. İkna edeceğine ikna oldu. Tarihi bir hatanın sorumluluğu da üzerinde kaldı.
* * *
Irak konusunda Başbakan'ın girişim ve atılımlarının ve Saddam'a ulaştırılan ve ulaştırılacak tek taraflı veya çok taraflı mesajların takdir edilecek iyi niyetli bir yaklaşım yansıttıkları kuşkusuzdur. Ancak bunların barışa gerçek katkıda bulunacaklarına inanmak zordur. Barışı kurtarmanın tek yolu Saddam'ı yok olma tehlikesi ile göz göze getirmektir. Hükümetin kararsızlığı işte bu anı geciktiriyor. Başbakan'ın Türkiye'yi sanki bir savaşın eşiğindeymiş gibi göstermesi yanlıştır. Türkiye'nin savaşa katılması söz konusu değildir. Kimse bunu istememiştir. Türkiye'den istenen üslerinden ve limanlarından yararlanma ve kuzeyden yapılacak kara operasyonları için geçit vermesidir. ABD sonunda müdahale edecekse kuzeyden de bir operasyon yürütmesi Türkiye'nin lehinedir. Bu suretle harekát daha çabuk biter, mülteci akını önlenir ve silahlı Kürt gruplarının Musul ve Kerkük'te bir oldu bittiye girişmeleri engellenir. ABD sadece güneyden taarruz ettiği takdirde kuzeydeki gelişmeleri kendi kuvvetlerimizle kontrol altına alabileceğimizi düşünüyorsak yine yanılıyoruz. Türk kuvvetlerinin Kuzey Irak'ta bağımsız bir operasyonuna her taraftan ve özellikle ABD'den tepki gelir.
* * *
Meşruiyet sorunu da aydınlatılmalıdır. Türkiye savaşa katılacak olsaydı, Güvenlik Konseyi kararında bu kadar ısrar anlaşılabilirdi. Fakat Konsey karar alamaz ve ABD yine harekete geçmek isterse ona ille de engel olmak için bir sebep yoktur. Uluslararası ilişkilerde meşruiyet kavramı dinsel bir kutsallık anlayışı ile ele alınamaz. Bu kavram çarnaçar esnektir. Biraz kendimize bakalım. İncirlik üssünün kullanılması bir BM kararına dayanmıyor. Kuzey Irak'taki askeri mevcudiyetimiz salt hukuk açısından ne kadar savunulabilir? Kıbrıs konusunda kendimize göre çok haklı nedenlerle elimizin tersi ile ittiğimiz BM kararları az değildir. Uluslararası ilişkilerde nazariyatı gerçeklerin önüne geçirmek ancak zarar verir.
* * *
Evet saat tıklıyor. Hükümet gereken kararları daha fazla gecikmeden TBMM'den çıkarmalıdır. Madem ki Başbakan Meclis'teki 363 milletvekilini büyük bir güç olarak görüyor, bu gücü tutarlı bir politika gütmek için kullansın. Hem Kıbrıs yüzünden AB ile ipleri koparmak ve hem de vehimler ve tereddütler yüzünden ABD ile stratejik ortaklığın psikolojik zeminini zayıflatmak herhalde akıl kárı değildir.