TÜRKİYE’de bazı tartışmalar hiç bitmiyor. Patrikhane konusu 1923’ten beri zaman zaman gündemde. Seksen yıldır her defasında mesele sanki o anda ortaya çıkmış gibi aynı savlar, aynı heyecan ve tutku ile ileri sürülüyor, sonra bir süre unutuluyor.
AB üyeliği şimdi 1971’de kapatılan Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasını da ön plana çıkardı. Gerek komisyonun raporlarında gerek Avrupa Parlamentosu’nun kararlarında okulun kapatılmasının dini özgürlüklerle bağdaşmadığında ısrar ediliyor.
***
Heybeliada Ruhban Okulu, 1971’de özel yüksekokullar üniversitelere devredilirken kapatıldı. Anayasa Mahkemesi de okulun yeniden açılmasının Anayasa’ya aykırı olacağı görüşünü benimsedi. Peki okul 1971’den önce gerçekten bir yüksekokul statüsünde miydi?
Buna menfi cevap veren Patrikhane, Ruhban Okulu’nun 625 sayılı kanunun kapsamı içinde sayılamayacağını, bu kanunun yürürlüğe girmesinden çok önce 1844’te bir azınlık meslek okulu olarak kurulduğunu, kapatıldığı tarihe kadar 625 sayılı yasanın iptal edilmemiş olan ve Lozan Antlaşması’nın 40. ve 41. maddelerine atıf yapan 25. maddesinde belirtilen bir azınlık kurumu statüsüyle eğitim verdiğini belirtiyor.
Patrikhane’ye göre teoloji bölümünü bitirenlere verilen diplomalarda yer alan ‘lise üzerinde bir yıllık mesleki tahsil veren okullar derecesinde öğrenim görmüş sayılırlar’ ibaresi dışında lise diploması ile teoloji bölümü diploması arasında hiç fark yokmuş.
Okul diplomasının üniversite veya yüksekokul diplomasının sağladığı hakları vermeyeceği, okulun Milli Eğitim Bakanlığı’nca tasdik edilen yönetmeliğinde zaten belirtilmekteymiş. Teoloji bölümü mensupları askerlik görevlerini lise mezunları gibi er olarak yapmakta, üniversiteye sınavla alınmaktaymışlar.
***
Geçmiş statü tartışması bir tarafa, bugün Patrikhane’nin istediği, Ruhban Okulu’nun eskiden olduğu gibi Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetiminde faaliyet göstermesine izin verilmesidir. Başka bir deyimle, yüksekokul statüsü değil, lise statüsü söz konusu.
Ancak, İstanbul’daki Rum Ortodoks nüfusu çok azaldığından, Türkiye dışından da öğrenci ve öğretmen getirilmeden okulun faaliyet göstermesi imkánsız. 1964’ten önce zaten bu izin vardı.
Diğer taraftan Patrikhane, okulun tekrar tedrisata başlamasına kadar, din adamı ihtiyacının karşılanması için dışarıdan personel getirilmesine müsaade edilmesini ve bunlara vatandaşlık veya ikamet ve çalışma izni verilmesini istiyor.
Problemin gerçek boyutu bu. Hukuki duruma gelince, Lozan Antlaşması’nın 40. maddesine göre, gayrimüslim azınlıklar kendi mali kaynaklarıyla her türlü dini, sosyal kurumlar ve okullar kurmak, bunlarda kendi dillerini kullanmak ve dinlerini serbestçe icra etmek hakkına sahiptirler.
***
Kuşkusuz Yunanistan’ın da Batı Trakya Türk azınlığına karşı Lozan taahhütlerini tümüyle yerine getirmekten uzak olduğu ileri sürülebilir. Ne var ki, Ruhban Okulu meselesi yalnızca Türk-Yunan ilişkileri çerçevesinde kalmıyor. Onu çok aşıyor.
Patrikhane’nin taleplerinin arkasında ABD ve AB var. Önemli bir noktanın daha altı çizilmelidir: Lozan olmasaydı bile, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve onunla irtibatlı hukuki düzenlemeler çerçevesinde aynı yükümlülükler geçerli olacaktı.
Meselenin tabii bir de siyasi boyutu mevcut. Ruhban Okulu’nun yeniden açılması aynı zamanda Patrikhane’nin uzun süreli bekası ile de bağlantılıdır. Bu da başka bir yazının konusu.