Paylaş
19 Ağustos'ta bu köşede ‘‘Basiretin zaferi mi’’ başlıklı yazımda, Ecevit'in liderliğindeki koalisyon hükümetini överek, ‘‘İlk defa bir koalisyon dayanışma içinde çalışabiliyor ve icraat yapabiliyor’’ demiştim. Bazı arkadaşlarım bu iyimserliğimi çok erken ve abartılı bulmuşlardı. Ne kadar haklı imişler. Deprem ile beraber Hükümet pusulayı şaşırdı, basiret de enkaz altında kaldı.
Bir deyim vardır: Akıllı insanlar başkalarının hatalarından ders alırlar, akılsızlar ise sadece kendi hatalarından. Ya kendi hatalarından da ders almaktan aciz olanlar!
Aynı hatanın tekrarının en güzel örneği, öngörülen deprem vergisi. 55'inci Hükümet devrinde bir DSP'li maliye bakanının önayak olduğu sözde bir vergi reformu yapılmıştı. Ecevit Hükümeti, bu reformun birçok yönü ile ekonomiye ciddi zarar verdiğini görerek onun sivri uçlarını törpüleyen bir vergi tasarısını süratle Meclis'ten geçirdi. Depremden sonra ise, 180 derece çark ederek, sakıncalı olduğu için değiştirilen kanunun ihdas ettiği vergilerin matrahı üzerinden bir ek vergi almaya kalkıştı! Hatayı katmerlemek buna denir.
Bir işin şuyuu, vukuundan beterdir. Deprem vergisi tasarısının Meclis Genel Kurulu'na sunulmasının sonbahara ertelenmesi psikolojik ve ekonomik olumsuz sonuçları önleyemedi. Kanun çıkmış gibi oldu. Depremzedelere gelirlerinin elverdiği ölçüde cömertçe yardım elini uzatanlar bir de ağır bir ek vergi ödemek olasılığı ile karşılaşınca, aldatılmış oldukları hissine kapıldılar. Yardıma hazırlananlar ise, nasıl olsa vergi verecekleri için, bu aşamada katkıda bulunmaktan vazgeçtiler. Güvensizlik havası yine ekonomiye hakim oldu. Mali miladın geciktirilmesinden beklenen faydalar bir anda silindi.
Unutmamak gerekir ki, depremzedelere yardım edenlerin çoğu gerçek bir özveride bulunmuşlardır. Onların katkıları büyük şirketlerinki gibi vergiden muaf değildir. Tüketim ve özel yatırımlarını vergi indirimleri ile finanse etmek imkánından yoksundurlar. Baskıcı devlet zihniyeti kadar, vahşi kapitalizmi çağrıştıran çarpık ekonomik sistemin yükünü de onlar çekiyor. Batan bankalar kimin parası ile kurtarılıyor?
Af yasasına gelince, bu hükümetin rotasını şaşırdığının yeni bir kanıtını oluşturdu. Bireylere karşı ağır suç işleyenleri, katilleri, hırsızları, dolandırıcıları, yolsuzluk yapanları affetmek için gösterilen aceleyi anlamak çok zor. Belki de insancıl bir güdü ile başlayan süreç, siyasi partilerin karşılıklı çıkar pazarlıkları sonunda maksadından tamamen saptı. Bu kadar önemli bir yasanın, bütün muhtemel sonuçları tartışılmadan amatörce hazırlanmış olması dehşet verici. Kimse kanunun ne şekilde uygulanacağını ve kapsamının ne olacağını doğru dürüst izah edemiyor. Başbakan bile, kanunun içerdiği bazı hükümleri içine sindiremediğini itiraf ediyor, uygulama konusunda ise şahsi fikir ileri sürmekten öteye gidemiyor. Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı siyasetin içindeki kimselerin kendilerini veya yakınlarını kurtarmak için uğraş verdiklerini ileri sürüyor. Hukuki neticeleri kanun yapıcılar tarafından bilinmeyen bir yasa düşünülebilir mi?
Cumhurbaşkanı ise ilk önce ‘‘Tepkilerin değerlendirilmesi kolay değil, benim arayacağım hukuktur’’ diyerek fikir kargaşasını artırdı. Daha sonra, tek açının hukuk olamayacağını kabul etti. Meclisin tasarrufu gerçekten siyasidir. Mesele, bir siyasi ahlak, bir devlet felsefesi, bir vicdan meselesi. Üzerinde daha fazla düşünülmesi için Cumhurbaşkanı yasayı mutlaka veto etmelidir.
Galiba yeni bir zihniyete, yeni simalara, yeni siyasal dengelere büyük ihtiyacımız var.
Paylaş