POLİTİKACILARIN ve özellikle başbakanın ve muhalefet liderinin hemen hemen her gün konuştuğu bir başka ülke olduğunu zannetmiyorum.
Başbakanımız neredeyse hoşuna gitmeyen her haberi, her yorumu,her eleştiriyi anında yanıtlamaya kendini mecbur hissediyor.
Hitabet kabiliyetinin ve her zaman kontrol edemediği duygusallığının verdiği ivme ile aşırı tepkilere kendini kaptırıyor, sık sık gaf yapmaktan geri kalmıyor. İşin hazin tarafı, söylemlerinin çok kere vahim politik hatalarının habercisi olmasıdır, 1 Mayıs’ta olduğu gibi.
Muhalefet liderinin ise partisi üzerinde mutlak sultasını sürdürmek yanında başlıca işlevi zaten konuşmak. Son parti kurultayında neredeyse rekor kırdı, yaşına rağmen muazzam bir fiziki güç sergileyerek üç saat kadar kürsüde kaldı. Peki özde ne söyledi? İşte orası belli değil.
* * *
Kürt sorununa daha yapıcı bir yaklaşım yansıtan ifadeleri dışında bütün söylemi iktidarı ve parti içinde liderliğine karşı gelmek cüretini gösterenleri yerden yere vurmaya yönelikti. Çok çarpıtılmış bir ekonomik tablo çizdi. Bol bol Amerika ve AB aleyhtarlığına kendi kaptırdı. Batı’nın demokrasiyi tercih ederek laiklikten vazgeçmemizi istediğini bir dergideki makaleye dayanarak ileri sürdü.
Tarihi gerçekleri bir tarafa bırakarak ABD’yi 1980 askeri müdahalesinden sorumlu tuttu. Lozan Antlaşması’nın halen tam imzalanmış olmadığı gibi inanılmaz bir iddia ortaya attı. Lozan Antlaşması konusunda bir hata varsa bundan 1950’ye kadar iktidarda olan CHP dışında acaba kim sorumlu olabilir?
* * *
MHP’ye gelince, AKP ve CHP’nin aksine sesi az çıkıyor, fakat politik tutumları ile kendini gösteriyor. Türbana izin veren anayasa değişikliğinin başlıca mimarıydı.
Fakat bunun dışında AKP ile hemen her konuda ihtilaf halinde gözüküyor. Ceza yasasının 301. maddesi konusunda en şiddetli mücadeleyi o sürdürdü. Maddede "Türklük" sözcüğünün "Türk milleti" ibaresi ile değiştirilmesine karşı MHP’li milletvekillerinden bazılarının ileri sürdüğü savlar da olabileceği kadar şaşırtıcı. "Türk milleti" deyince yalnızca Türkiye’deki Türkler madde kapsamı içinde kalıyormuş.
Örneğin Batı Trakya Türkleri ve Irak Türkmenleri gibi Türklere yapılacak hakaretlere karşı dava açmak imkánına kapı kapatılıyormuş. Ne demeli, bilemiyorum!
* * *
Başbakan’ın yanı sıra özellikle ekonomiden sorumlu bakanlarımız da çok ve uzun konuşma rekorları kırıyorlar. Uluslararası toplantılarda kendilerine ayrılan süreye riayet gibi bir kaygıları asla yok. Bu süreyi birkaç misli geçmekte bir sakınca görmüyorlar.
"Son olarak" dedikleri anda daha birkaç kere "son olarak" diyeceklerini peşinen biliyorsunuz. Dinleyicileri rakamlara ve lüzumundan fazla teknik bilgilere boğan karmaşık konuşmaları ile başka ülkelerden gelen ekonomistlerin özlü ve berrak konuşmaları arasında insanı üzen bir fark var. Ayrıca bakanlarımızın konuşmalarında övünme hiç eksik olmuyor. Hazineden sorumlu bakanımız, tutturmuş, 40 yılda Kanada’yı geçeriz deyip duruyor. Ne demek istediği anlaşılamıyor. Kanada’yı toplam milli gelirde mi geçeceğiz, yoksa fert başına düşen milli gelirde mi?Birincisinin pek önemi yok.
Bugün Çin de Fransa ve İngiltere’yi bu alanda geçti, ama daha çok fakir bir ülke. Ayrıca Kanada bizim kendisini geçmemizi niye beklesin? Az bir nüfusu, ABD’den daha büyük bir yüzölçümü ve muazzam petrol zenginliği var. İddialı bakanımız üstelik bu yıl Türkiye’nin cari açığının 50 milyar dolara varacağını hatırlatıyor! Bu yarışta bir handikap değil mi?
* * *
Türkiye’nin 2003-2006 yıllarında hızlı bir büyüme hızına kavuştuğunu, enflasyonu önemli ölçüde düşürdüğünü, 50 milyar dolar kadar direkt yabancı yatırımdan yararlandığını kimse gözardı edemez. Fakat geçen yıldan beri uluslararası boyutta bir krize ilaveten Türkiye’de koşulların gerek politik gerek ekonomik açıdan olumsuzlaştığı aşikárdır. Üstelik küresel ısınma önümüzdeki yıllarda büyümeyi kısıtlayan bir unsur olabilir. Çok lafa değil, yaratıcı politikalara ihtiyacımız var.