Politika ve diplomasi

KIBRIS politikamız nihayet yapıcı ve akılcı bir mecraya girdi.

Başbakan Tayyip Erdoğan 23 Ocak'taki MGK toplantısı bildirisinin çizdiği bir ölçüde dar çerçevenin dışına çıkarak BM Genel Sekreteri Kofi Annan ile Davos'taki buluşmasında Annan Planı temelinde müzakerelerin yeniden başlatılmasını talep etti. 1 Mayıs 2004'e kadar çözüme varılması için Türkiye'nin ve KKTC'nin ellerinden geleni yapacaklarını vaat etti. Referandum tarihinin önceden saptanmasını kabul etti. Hatta daha da ileri giderek, Rumlar müzakerelerde üzerinde anlaşmaya varılamayan konularda çözüme esas teşkil edecek metinlerdeki boşlukların Genel Sekreter tarafından doldurulmasına razı olurlarsa Türkiye ve KKTC'nin de aynı şekilde hareket edeceklerini bildirdi. Bir yıldan beri Türkiye'ye ve KKTC'ye karşı şeytanca bir komplo olarak kamuoyumuza takdim edilen ne varsa, hepsini kabul ettik. Sağduyu galebe çaldı ve milli çıkarlar gerçekçi bir şekilde değerlendirildi. Türkiye'nin birdenbire ufku açıldı. Başbakan'ı ve hükümetini kutlamak gerek.

* * *

Politika iyi gitti, fakat ne yazık ki diplomasi biraz tökezledi. BM Genel Sekreteri'nden Kıbrıs Özel Temsilcisi görevine son verilmesini istemek ve özellikle bunu derhal basına duyurmak Genel Sekreter'in işini kolaylaştırmadı. Şimdi Güney Kıbrıs, özel temsilcinin değişmesine yanaşmazsa -ki öyle olacağı anlaşılıyor- Genel Sekreter'in girişimleri gecikebilecek. Oysa, mademki çok ağırlığı olan ve tercihen Amerikalı bir ‘‘kolaylaştırıcı’’ arıyoruz, bunun daha kolay bir yolu vardı. BM Genel Sekreteri'nin ‘‘iyi niyet’’ misyonu çerçevesinde şimdiye kadar yürütülen müzakerelerde ABD Dışişleri Bakanlığı'nın koordinatörü James Weston ile İngiltere hükümetinin temsicisi Lord Hannay, perde arkasında o zaman Cumhurbaşkanı Denktaş'ın şiddetli eleştirilerini çeken bir rol oynamışlardı. Bu sefer ABD Başkanı'nın yüksek seviyede bir özel temsilci tayin etmesini isteyebilirdik. Buna Kofi Annan da karşı çıkmazdı.

Diplomatik bakımdan bir nokta daha var. Biraz çok erken, ‘‘şimdi sıkışan ve kaçan taraf Güney Kıbrıs’’ demeye getirdik. Bu işi güzellik yarışmasına çevirmeyelim. Papadopulos zaten Annan Planı çerçevesinde müzakerelerin yeniden başlaması için Genel Sekreter'den bir davet alırsa bunu kabul edeceğini açıkladı. Yunanistan'ın tutumu da aynı. Ne var ki onlar Genel Sekreter'e açık çek vermeye yanaşmıyorlar. Şunu da belirtmek gerekir ki, çözüm konusunda KKTC kendi içinde nasıl bölünmüşse Güney Kıbrıs da bir o kadar bölünmüş durumda. Yine de Rumların artık AB üyesi olduklarından çözümde kendileri için hiçbir avantaj görmedikleri söylenemez: AB üyesi olsalar bile diğer üyelerden çözüm için büyük baskı altında kalacaklarının farkındalar. Çözüm olmadığı takdirde AB'ye ekonomik uyumlarını zorlaştıracak ölçüde yüksek savunma masraflarından kaçamayacaklarını biliyorlar, Güney Kıbrıs pasaportunu alanlardan güneyde gayrimenkul sahibi olanların bunlar üzerindeki haklarını geri isteyeceklerinden kaygı duyuyorlar. Yeşil hat, AB'nin sınırı haline gelirse bu hattın sonunda devamlı bir sınır haline gelmesi olasılığından da ürküyorlar. Onların da tuzu o kadar kuru değil.

* * *

Annan Planı'nın ayrıntılarından arındırılarak ilk aşamada üzerinde uzlaşmayı kolaylaştırmak için daha kısa bir anlaşma metni haline getirilmesi fikrine gelince, bu uygulamada zorluk yaratabilir. Unutmayalım ki Annan Planı'nın çok uzun ve ayrıntılı olmasının nedeni bugün tanımadığımız ‘‘Kıbrıs Cumhuriyeti’’nin üzerine bir sünger çekerek bütün kanun ve kurumları ile yepyeni bir devlet kurmak gereğidir.

Washington'da Tayyip Erdoğan, Başkan Bush'tan beklendiği gibi yeni girişiminde kuvvetli destek gördü. Fakat Başkan herhalde ABD'nin ne yapıp ne yapamayacağını da Başbakan'a izah etmiştir. Irak'ta BM'den politik alanda büyük destek beklerken Kofi Annan üzerinde yapabileceği baskının bir sınırı vardır.

Kısacası, çok büyük bir hamle yaptık. Kararlı, tutarlı ve ölçülü davranabilirsek 2004 yılı Türkiye'nin tarihinde parlak bir sayfa açacaktır.
Yazarın Tüm Yazıları