TERÖR eylemlerinin artması nedeniyle Irak’ta üslenmiş olan PKK mensuplarına karşı sınır ötesi bir operasyona girişilmesi opsiyonu yeniden gündeme geldi. Başbakan ve Dışişleri Bakanı oldukça ileri ifadeler kullandılar.
Başbakan gerekirse Türkiye’nin Irak’a haber bile vermeden harekete geçebileceğini, uluslararası hukukun Türkiye’ye bu yetkiyi verdiğini söyledi. Genelkurmay İkinci Başkanı ise medya temsilcileriyle yaptığı toplantıda daha temkinli ve ölçülü konuştu.
BM Şartı’nın öngördüğü meşru savunma hakkının en son bir seçenek olduğunu, buna başvurmadan önce yapılacak çok şey olduğunu vurguladı. Terörle mücadelede askeri önlemler yanında ekonomik, sosyal, hukuki ve psikolojik alanda atılımlar yapılması gereğinin altını çizdi.
***
Zannediyorum ki meşru savunma hakkı konusuna biraz daha yakından bakmakta yarar var. BM Şartı’nın 51’inci maddesine göre, ’Şartın hiçbir hükmü, bir BM üyesinin silahlı bir saldırıya uğraması durumunda, Güvenlik Konseyi’nin (GK) uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri almasına kadar, doğal bir hak olan tek başına ya da kolektif meşru savunma hakkını zedelemez’.
NATO Antlaşması da bölgesel anlaşmalara ve kuruluşlara ilişkin şartın 8’inci bölümüne değil, 51’inci maddesine dayandırılmıştır. Bunun nedeni, 8’inci bölümün 53’üncü maddesinin, GK yetki vermedikçe bölgesel kuruluşların zorlama eylemlerine girişmelerini yasaklamasıdır. Ancak 51’inci madde de bazı kayıtlara tabidir.
Üyeler bu madde çerçevesinde aldıkları önlemleri hemen GK’ya bildirmeye mecburdurlar. Meşru savunma hakkının kullanılması, GK’nın zorunlu gördüğü önlemleri almak yetki ve sorumluluğunu etkilemez.
***
51. maddedeki ‘silahlı saldırı’ ifadesinin hukuki bakımdan kapsamı hakkında fazla bir açıklık yoktur. 1986 yılında Uluslararası Adalet Divanı, ‘kapsamlı operasyonlar’ yürütmek amacıyla ’başka bir ülkeye silahlı çetelerin gönderilmesinin silahlı bir saldırı sayılabileceğini’ karara bağlamıştı.
Kuşkusuz Eylül 2001’den sonra Güvenlik Konseyi’nin global terörle mücadele konusunda aldığı kararlar da meşru savunma hakkının kullanılmasının geçerliliğini artırmıştır. Fakat uluslararası politikada ve hukukta en önemli unsur, bir davranışın veya eylemin genel olarak ne şekilde algılandığıdır.
Bu konuda ise kesin tahminlerde bulunmak zor. İlgili ülkelerin bireysel ve topluca yaklaşım ve değerlendirmelerine göre tepkiler şekillenecektir. Türkiye’nin sınır ötesi bir operasyona girişmesi halinde işin Güvenlik Konseyi’ne şu veya bu şekilde intikal etmesi, çok ciddi komplikasyonlar doğurabilir.
Şeklen Irak hükümetinin, fiilen kuzeydeki Kürt otoritesinin muhalefet edeceği bir müdahale, AB ile ilişkileri ve müzakere sürecini zedeler. Operasyon sırasında Irak Kürtleri veya Amerikalılarla bir çatışma ortamı ortaya çıkabilir. Uluslararası tepkiler ister istemez ekonomiyi menfi yönde etkiler.
***
ABD’nin reaksiyonunu da öngörmek kolay değildir. Kendisi Irak’a meşru sayılamayacak nedenlerle müdahale ettiği halde sureti haktan gözükmek istemesi şaşırtıcı olmaz.
Orgeneral Başbuğ’un çok yerinde vurguladığı gibi, sınır ötesi bir askeri harekát ancak en son seçenek olmalıdır. O aşamaya gelindiği takdirde de bunun ne götürüp ne getireceği çok iyi hesaplanmalıdır.