26 Haziran tarihli makalemde CHP’nin programını ele almıştım. Bugün çok kısaca MHP’nin ve daha kapsamlı bir şekilde AKP’nin programını ele almak istiyorum.
MHP’ye az temas edeceğim, çünkü seçim stratejisi felaket haberciliğine ve korku telkin etmeye dayanıyor. Uslubu çok kavgacı. AKP’yi PKK ve Barzani ile işbirliği yapmakla itham edecek kadar ileri gidiyor. Kadrosu, son bir iki katılım hariç, yetenekli olduğu izlenimini vermekten çok uzak.
Ne var ki, 1999’da işbaşına gelen Ecevit hükümetinde, koalisyon ortağı olarak MHP oldukça uzlaşıcı davranmış ve nispeten makul bir politik çizgide kalmıştı. Şimdi daha radikalleştiği intibaını veriyorsa da, bir iktidar koalisyonuna katılırsa, bugünkü müfrit söylemlerini rafa kaldıracağı umulabilir.
* * *
AKP’ye gelince, programı daha somut. Özellikle yeni bir anayasa hazırlanması öngörülüyor. Buna gerçekten ihtiyaç var, çünkü 1982 Anayasası artık her tarafından çatırdıyor ve üstelik Anayasa Mahkemesi’nin kararları ile uygulanması daha da zor hale geldi.
Profesör Zafer Üskül’ün geçen pazartesi Radikal’de ana hatlarını izah ettiği tasarıgerçekleşirse Türkiye AB ile uyumlu ve modern demokrasi kavramlarını özümseyen bir Anayasa’ya nihayet kavuşmuş olur.
AKP programında dış politika konusunda da önemli noktalar var. AB üyeliğinin stratejik bir vizyon olduğu, reformların sürdürüleceği, Türkiye’nin çok yönlü bir dış siyaset güdeceği, fakat Rusya, Çin, Japonya gibi devletlerle ilişkilerin AB ve ABD ile mevcut kurumsallaşmış ilişkilerin alternatifi olamayacağı belirtiliyor. Sağduyuyu ve akılcılığı yansıtan bir yaklaşım.
* * *
AKP tabii yaklaşık beş yıldan beri iktidarda. Onu sadece programı ile değil, fakat icraatı ışığında da değerlendirmek imkánına sahibiz. Ekonomik alanda aldığı sonuçları küçümsemek imkánsız.
İki gün önce bir Amerikalı grup önünde yaptığı, herhangi bir siyasi imadan uzak konuşmasında, Kemal Derviş, 2003’ten beri yılda yüzde 7 büyümenin başarı sayılabileceğini, Türkiye’nin bazı AB ülkelerine oranla prodüktivitesinin daha yüksek olduğunu belirtiyordu.
Derviş, hattá, AB üyeliği gerçekleşmese bile, küreselleşme dinamiği içinde Türk ekonomisinin bugünkü ivmesini koruyabileceğini düşünüyor.
AKP’nin AB politikası da takdir edilmelidir. Çok zor koşullar altında, muhalefetin engellemelerine rağmen, AB ile üyelik müzakerelerinin başlamasını sağlayabildi.
Kıbrıs’ta 2004’teki referandumda BM çözüm planına olumlu oy verilmesini destekledi. Kıbrıs Türklerinin planı kabul etmeleri self-determinasyon haklarının tesciline ve her zamankinden daha fazla uluslararası alanda muhatap alınmalarına yol açmakla kalmadı, KKTC ekonomisinin çok büyük bir hamle yapmasını kolaylaştırdı.
* * *
Kuşkusuz, AKP’nin icraatının yalnızca olumlu değil, fakat olumsuz yönlerini de görmeliyiz. AKP liderleri politik yaklaşımlarında ve değerlendirmelerinde din ekseninden kendilerini bir türlü tamamen sıyıramadılar. Dini dürtüler iç ve dış gelişmeler hakkındaki algılamalarını ve tepkilerini zaman zaman aşırı ölçüde etkiledi.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde gerçekçi davranmadılar, bir uzlaşıya varmanın kaçınılmaz olduğunu, aksi halde çok kuvvetli bir kamuoyu tepkisi ile ve kurumsal muhalefet ile karşılaşacaklarını göremediler. Bugün dahi cumhurbaşkanlığı konusunda bir uzlaşma işareti veremiyorlar.
Evet, Türkiye’de gönül ferahlığı ile oy verilebilecek bir partiden pek bahsedilemez. Ya ideolojik tutku ile oy verilecek, veya en az kötüsü olduğuna inanılan parti tercih edilecek.