PERVEZ Müşerref’in başkanlıktan istifası, kuşkusuz Pakistan’ın fırtınalı tarihinde yeni bir dönüm noktasıdır.
Bu ülkede seçimle işbaşına gelmiş hükümetler ile darbeyle iktidara el koyan askeri rejimler birbirini izlemiştir. Her iki yönetim şekli de Pakistan’ın kronik istikrarsızlığında sorumluluk taşımaktadır.
Müşerref, anılarında, bu gerçeği gayet iyi özetliyor. Ona göre Zülfikár Ali Butto bir seri devletleştirmeyle ekonomiyi mahveden ve güttüğü politikalarla Doğu Pakistan’ın kopmasına neden olan bir başbakandı. Onu deviren General Ziya ül Hak, köktendinciliğin bugünkü tehlikeli boyutlara ulaşmasının başlıca sorumlusuydu.
Pakistan Halk Partisi’nin lideri Benazir Butto ve Pakistan Müslüman Ligi’nin bir kanadını teşkil eden partinin lideri Navaz Şerif, devletin yozlaşmasında büyük rol oynamışlardı. Ordunun müdahalelerini aslında birbirleriyle sürekli kavga eden politikacılar tahrik etmişlerdi.
* * *
Peki, 1999’da, Navaz Şerif’in, başbakan iken, kendisini öldürmek için kurduğu komplodan son dakikada kurtulan ve akabinde yönetimi ele geçiren Müşerref’in sicili için ne söylenebilir? Genellikle basına bir ölçüde özgürlük tanıdığı, kadın haklarını koruduğu, Hindistan ile ilişkilerdeki gerginliğe son verdiği, ekonominin iktidarı zamanında oldukça yüksek bir büyüme hızına kavuştuğu, eğitim sisteminde bazı reformlar yaptığı kabul ediliyor.
11 Eylül 2001’den sonra ise terörle mücadelede ABD’nin başlıca müttefiki haline geldi ve Pakistan ordusunun güçlenmesi için 10 milyar dolarlık bir hibe yardımından yararlandı.
Ne var ki Afganistan’a 11 Eylül’den sonra yapılan müdahale başarılı olamadı. "Savaş lortları" denilen aşiret reisleri ile işbirliği yapılması, merkezi hükümetin otoritesini Kábil dışına yayamaması, Irak savaşının başlaması ile önceliğin Ortadoğu’ya kayması, Taliban’ın ve El-Kaide’nin Pakistan topraklarında yuvalanarak eylemlerini oradan yürütmelerine ve Afganistan’da savaşın şiddetlenmesine yol açtı.
Pakistan’daki "derin devlet" çelişkileri de gelişmelerde etkili oldu. Ünlü "Merkezi İstihbarat Servisi" Taliban’ı el altından desteklerken Pakistan ordusu, Taliban ve El-Kaide ile çatışıyordu. Amerika aleyhtarlığı ise gittikçe artmaktaydı.
Müşerref’in ayrılmasından sonra Pakistan’ın daha büyük bir istikrarsızlığa sürüklenmesinden duyulan korku sebepsiz değil. Hükümet koalisyonunun iki lideri Navaz Şerif ile Benazir Butto’nun öldürülmesinden sonra Pakistan Halk Partisi’nin başına geçen eşi Asıf Ali Zerdari birbirlerinden nefret ediyorlar. Yeni başkanın seçiminde olduğu kadar Müşerref’in azlettiği Yüksek Mahkeme üyelerinin eski görevlerine iadesi konusunda anlaşıp anlaşamayacakları bile belli değil.
Sürekli bir istikrarsızlıktan duyulan endişenin bir nedeni de Pakistan’ın artık nükleer silahlara sahip olmasıdır. İlk nükleer infilak 1998’de gerçekleştirilmiş, ertesi yıl da Müşerref yönetimi ele geçirmişti. Bir bakıma nükleer silahların sorumsuzca kullanılmayacağının teminatı sayılıyordu.
* * *
ABD’nin Soğuk Savaş sonrasındaki hatalarından biri, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi sorununu ciddi bir şekilde ele almaması olmuştu. Sovyetler Birliği çöktükten sonra sadece Rusya’da değil, Ukrayna’da, Belarus’ta ve Kazakistan’da nükleer silahlar mevcuttu. Bu üç yeni devletin nükleer silahlarını Rusya’ya devretmeleri sağlandı. Fakat yeni nükleer güçler ortaya çıkması engellenemedi.
1998’de birbirinin arkasından Hindistan ve Pakistan nükleer devlet haline geldiler, Kuzey Kore de aynı yolu takip etti. Bugün ise İran’ın nükleer programı en büyük tehlike olarak algılanıyor.
İdeolojik ve bölgesel siyasi ihtirasları olan veya istikrarsızlık içinde bulunan devletlerin nükleer tetiği daha kolay çekebilecekleri muhakkaktır. Ancak galiba artık olan oldu. Henüz nükleer bomba imali aşamasına gelmemiş olan İran’ın bile durdurulması son derece zor.