HAMAS'ın sürgündeki liderlerinden Halid Meşal’in Ankara ziyaretinin perde arkası hakkında bir hayli spekülasyon var. Bunların ayrıntılarına girmeden, ortaya çıkan gerçekler üzerinde durmak daha yararlı olur. Bu gerçeklerden birincisi, Meşal’in Ankara’ya gelişinin bir oldu bitti sonucu olmadığıdır.
Anlaşılıyor ki HAMAS’ın Suriye branşı ile bazı ön temaslara girişilmiş, mesele Bakanlar Kurulu'nda da ele alınmıştı. İkincisi, AKP’nin profesyonel görüşlere itibar etmeyerek büyük bir diplomasi başarısı kazanacağı hayaline biraz safça kapıldığıdır. Üçüncüsü, maksat arabuluculuk ise bu hassas misyonunun en basit kuralının tamamen ihmal edildiğidir. Fakat yanlışlıklar bu kadarla kalmıyor.
Muhatap seçimi olabileceği kadar hatalı. Meşal, HAMAS’ın en radikal liderlerden biri. Parlamentoya seçilenler arasında da değil. Zamanlamaya gelince, daha kötüsü zor bulunurdu. Henüz Filistin’in yeni meclisi toplanmamıştı. Hükümetin kurulmasının kolay olmayacağı biliniyordu.
***
AKP kendi tecrübesi ışığında bir partinin ideolojik görüşlerini aşmasının ve aşırı uçları kontrol altına almasının uzun bir süreç gerektirdiğini en iyi bilecek mevkideydi. Ankara’da bir görüşme sonunda HAMAS’ın tutumunu mucize kabilinden birdenbire değiştireceği, İsrail’i tanıyacağı, şiddetten vazgeçeceği ve FKÖ’nün şimdiye kadar üstlendiği yükümlülükleri kabul edeceği nasıl umulabilirdi?
Peki, bu hatalar silsilesi, yüksek düzeydeki bir danışmanın hükümet üzerindeki etkisiyle izah edilebilir mi? Bence hayır. Sorumluluk tamamen siyasi iktidarındır; çünkü kararı veren odur. Her neyse, şimdi artık ok yaydan çıkmış ve Türkiye küçümsenemeyecek ölçüde zarar görmüştür. En önemlisi İsrail’in tepkisi değildir. İsrail, Türkiye ile kapsamlı ve iki tarafın da yararına işbirliğinin sürdürülmesini tehlikeye atmak istemeyecektir. Bugünkü gerginlik zamanla kaybolur.
ABD’deki Musevi lobisinin tepkisi daha uzun süreli olabilir. Asıl kayıp, Türkiye’nin artık Filistinliler ile İsrail arasında bırakın arabuluculuk yapmasına, barış sürecine anlamlı katkıda bulunmasına bile kapının tamamen kapanmış olmasıdır. Zarar bununla da kalmıyor. İster istemez AKP ile HAMAS arasında ne de olsa bir hısımlık mevcut bulunduğu kanaati doğmuştur. AKP’nin imajı bakımından iyi bir gelişme değil. İnandırıcılığı zayıflar.
***
Meşal’in ziyaretinin ters tepmesini mazur göstermek için ileri sürülen savlar kimseyi kolay kolay ikna edemez. Türkiye’nin bölgedeki tarihi misyonundan bahsediliyor. Bu tarihi misyon, mutlaka her konuda, üstelik faydadan çok zarar veren bir aktivizmi icap ettirmez.
"HAMAS heyeti Türkiye’ye gelmeseydi İran’a gidecekti, bu engellendi" şeklindeki izahın mantığını da anlamak zor. Zaten engellenen bir şey yok. Heyetin Şam’a döner dönmez Tahran’a hareket edeceği biliniyordu. Ankara’dan doğrudan değil; fakat Şam’a döndükten sonra Tahran'a gitmesi arasındaki fark bu kadar önemli mi?
Kaldı ki heyetin İran’a gitmesini bir tehlike gibi göstermek, dengeli ilişkiler içinde bulunduğumuz İran’ın herhalde pek hoşuna gitmemiştir. Kısacası hükümet için "özrü kabahatinden büyük" demek çok abartılı olmayacaktır.
***
Diplomasinin iki altın kuralı vardır. Birincisi, en iyinin, iyinin düşmanı olduğunu daima hatırda tutmaktır. Bu kuralı unuttuğumuz için geçmişte vahim kayıplara uğradık.
İkincisi ise işgüzarlıktan uzak durmaktır. Bu kuralın da değeri belki artık daha iyi anlaşılır. AKP, ani ve duygusal tepkilerden ve güçlükleri kabil olduğu kadar ertelemek dürtüsünden de kaçınmalıdır.
AKP şimdiye kadar dış politikada genellikle basiretli bir çizgide kaldı. Bundan sonra raydan çıkmamaya çok dikkat etmelidir.