SON zamanlarda cereyan eden olaylar aşırı milliyetçilik dalgasının Türkiye’yi ne gibi sarsıntılara ve tehlikelere sürükleyebileceğini açıkça gösterdi.
Milliyetçiliğin şahlanışının nedenleri üzerinde derhal başlayan tartışmalar son derece yararlıdır, çünkü bugünkü toplum kutuplaşmaları ve şiddet dürtülerinin devam etmesi hiçbir dış gücün yapamayacağı kadar ülkeyi böler ve zayıflatır. Bu tartışmalarda yapılan irdelemeler üzerinde durmayacağım, fakat vurgulamak istediğim önemli bir nokta var: genellikle toplumdaki bütün tepkilere hákim olan inanılmaz özgüven eksikliği.
***
Atatürk ne kadar uzak görüşlüymüş, başlıca çabalarından biri halka özgüven aşılamaktı. Türkiye o tarihte bugünkünden çok daha fazla tehditlerle karşı karşıyaydı, çok daha fakirdi, ekonomik ve sosyal yapısı çok daha zayıftı. Buna rağmen Atatürk amacında geniş ölçüde başarılı oldu. Bugün ise Türkiye, bazı kırılganlıklarına rağmen çok daha güçlü bir devlet, çok daha güçlü bir toplum. Demokrasisi ve demokratik kurumları gittikçe kuvvetleniyor. Sürekli hızlı büyümeyi sağlayan dinamik bir ekonomisi, isabetli bir mali politikası mevcut. Her zamankinden daha güçlü ve modern olan ordusu uluslararası barış operasyonlarına katkısı ile dünyada takdir topluyor, sivıl toplum gittikçe daha etkin bir hale gelerek demokratik sürecin gelişmesine, politik ve sosyal bilincin oluşturulmasına hizmet ediyor. Türkiye’ye yönelik ciddi bir dış tehdit mevcut değil.
***
Peki, en güçlü olduğumuz bir anda kendimize güven duymamanızın sebebi ne?Eğitim sistemimizin eleştirel düşünceden çok fikir kalıplarına yönelen, dolayısıyla sloganlara fanatikçe sarılmaya hazır insanlar yetiştirmesi kanaatimce önemli nedenlerden biridir. Bu şekilde yetişenler iç ve dış düşman fobisine ve tarihi mağduriyet psikozuna çok kolaylıkla kapılabiliyorlar. Osmanlı devletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin başına ne geldiyse hep dışarıdan ve özellikle Batılı ülkelerden kaynaklandığı temasını tereddütsüz benimseyebiliyorlar. Bu çarpık tarihi algılamanın etkisiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde en büyük rolü Rusya’nın oynadığı, Balkan ve Ermeni milliyetçiliklerini Rusya’nın tahrik ettiği unutuluyor. Kendi hatalarımız da hiç hatırlanmıyor. Balkan savaşları arifesinde ordunun büyük kısmının Yemen bataklığına saplanmış olması herhalde çok büyük bir stratejik dehayı yansıtmıyordu. Balkan savaşlarından bitkin çıkan bir ülkeyi alelacele Birinci Dünya savaşına sokmak ise bir çılgınlıktı. Ama Enver Paşa yine kahraman.
***
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’den toprak ve üs talep eden Sovyetler Birliği değil miydi? Bugün Rusya ile ekonomik ilişkilerin gelişmesine kimsenin bir diyeceği olamaz, bunda büyük çıkarımız da var, fakat ABD’yi potansiyel tehdit olarak algılayarak Rusya’yı neredeyse alternatif bir stratejik ortak olarak görmenin akılcı hiçbir tarafı yok. Aynı görüş Suriye için de geçerli. Şam’ın 20 yıl Öcalan’ı barındırdığı, ASALA ve PKK terörizmine aktif destek verdiği unutularak Lübnan’daki politikası yüzünden en fazla uluslararası eleştiriye maruz kaldığı bir anda ona elimizi uzatmamız genellikle alkışlanıyor. Suriye’nin baskısından kurtulmak isteyen Lübnan halkına ve Rusya’nın vesayetinden sıyrılmayı cesaretle başaran Ukrayna halkına fazla sempati izhar edilmedi.
***
Özgüven yokluğuna bir çare bulmamız gerek. Bütün siyasi partilerin vehimleri kurcalamak yerine kamuoyunu yatıştıracak ve ona güven verecek politikalar konusunda işbirliği yapmaları, medyanın bu sürece tam destek vermesi, sansasyonel haber ve manşetlerde ölçüyü kaçırmaması, komplo teorilerine fazla yer verilmemesi, okullarda ve üniversitelerde tartışma kültürünün geliştirilmesi, başkasının fikirlerine karşı saygılı davranılması geleneğinin yerleştirilmesi akla gelen kısa ve orta vadeli tedbirlerden bazılarıdır. Uzun vadede eğitim reformu zaten en büyük önceliğimiz olmalıdır.