Ortadoğu'nun acı kaderi

İKİNCİ Dünya Savaşı'ndan sonra siyasi kaynaşmaların, ihtilallerin, birbirini izleyen savaşların, uluslararası çıkar çatışmalarının, ani kamp değiştirmelerin, büyük ihanetlerin, sürpriz barışmaların, zengin-fakir bölünmelerinin, dini fanatizmin en büyük odak noktasının Ortadoğu olduğunu söylemek abartılı sayılmamalıdır.

Bölgedeki gelişmelerin hepsini Filistin-İsrail ihtilafına bağlamak mümkün değilse de, bu unsurun, uluslararası terörizmi de besleyen umutsuzluk, kin ve şiddet ortamının yaratılmasında rolü çok belirleyici oldu. 1948 tarihinde Filistin toprakları üzerinde bir İsrail devletinin kurulması, sınırlarını gittikçe genişletmesi ve 1967 Gazze ve Kudüs dahil bütün Batı Yakası'nı ele geçirmesi sonu gelmeyen bir travmayı körükleyecekti. Soğuk Savaş sonrasındaki denge değişikliklerinin ürünü olan Oslo Barış Süreci bütün dünyada İsrail ile bir Filistin Devleti'nin yan yana yaşayabilecekleri umudunu doğurdu. Ne var ki bu sürecin belki en büyük zaafı nihai çözüm ertelemesi, bu aşamaya kademe kademe varılmasını öngörmesiydi. Doğrudan meseleyi çözümlemek için süratli ve yoğun bir müzakere sürecine yönelmek daha isabetli olabilirdi, çünkü geçiş devri çözümü kolaylaştıracağına zorlaştırdı.

***

Geçiş döneminde İsrail'in en büyük hatası, Filistinlilere iade edilmesi gereken topraklarda İsrail yerleşim merkezlerini çoğaltması, bu merkezlerde yaşayan nüfusu 100 binden 200 bine çıkararak Filistinlileri sürekli tahrik etmesi oldu. Buna karşın Arafat'ın da büyük bir vizyon sergilediği söylenemez. Filistin yönetimini kendi ihtilalci siyasi kültürüne göre yapılandırdı. Filistin toplumunda şiddet yanlılarını etkisiz hale getirebilecek bir toplumsal ahenk yaratamadı. ‘‘Arafat fırsat kaçırmak fırsatını hiçbir zaman kaçırmamıştır’’ deyimini bir bakıma doğruladı. Aslında bu deyimi çağrıştıran yakından tanıdığımız ne çok insan var!

***

Çözüme belki en fazla yaklaşılan an 2000 yılının ikinci yarısıydı. Başkan Clinton'ın sunduğu ve İsrail Başbakanı Barak'ın kabul ettiği öneriler Filistinliler için oldukça avantajlı gözüküyordu. Gazze'de ve Batı Yakası'nın % 90'ında bir Filistin Devleti kurulacak, Kudüs'ün bir kısmı Filistinlilere ait olacak, yurtlarına dönemeyen Filistinli mültecilere tazminat ödenecekti. Filistinliler bu önerilere karşı çıkarken % 90 oranının, yapay olarak çok genişletilmiş Kudüs bölgesini içermediği için aldatıcı olduğunu ileri sürmüşlerdi. Fakat Filistinlilere göre daha sonra Taba'da yapılan müzakerelerde gerçekten çok daha olumlu parametreler ortaya çıkmış. Orada varılan anlaşma bazı toprak takasları, Kudüs için daha iyi bir statü ve önemli sayıda Filistinli mültecinin İsrail'in egemenliği altında kalacak topraklardaki yurtlarına dönmesi öngörülüyormuş. İsrailliler Harem-i Şerif'in egemenliğini Filistinlilere devretmeye razı olmuşlar, fakat efsanevi iki Yahudi mabedinin arkeolojik kanıtını bulmak amacı ile yaptıkları kazıları sürdürebilmek için yeraltının egemenliğinde ısrar etmişler. Ne yazık ki, çözüme en fazla yaklaşıldığı sırada Şaron'un Harem-i Şerif'e gitmesi ve başbakan olması ile İsrail-Filistin çatışmasının en kanlı bir safhası başladı. Bugüne kadar 300'den fazla İsrailli ve 1000'den fazla Filistinli hayatını kaybetti. 11 Eylül sonrasında soruna ilgi azaldı. Şaron terörle mücadelenin bir başka aktörü olarak kendini kabul ettirmeye çalıştı. ABD Afganistan ve Irak'a öncelik tanıdı. Arap ülkeleri 11 Eylül yüzünden maruz kaldıkları ithamlardan ürkerek her zamankinden daha fazla pasif bir tutumun arkasına sığındılar. Suudi Arabistan Veliahtı Prens Abdullah'ın 1967'den önceki sınırlara çekilmesi karşılığında Arap devletlerinin İsrail ile normal ilişkiler kurması önerisi de bir ölçüde ABD'ye yaranmak arzusunu yansıtıyordu.

***

Bugün yine ABD'nin inisiyatifi ile ateşkes, güven artırıcı önlemler ve çözüm arayışları gündemde. İsrailliler ateşkes üzerinde, Filistinliler çözüm üzerinde duruyorlar. Uluslararası toplumun Bosna ve Kosova'da olduğu gibi kolektif bir misyonu söz konusu değil. Bütün kozlar ABD'nin elinde. Tarihi sorumluluk da onun omuzlarında. Teröre karşı mücadelede gösterdiği azmi terörün başlıca kaynaklarından birini kurutmak için de göstermesi gerekir. Aksi takdirde Ortadoğu'daki daha geniş boyutlu politikası kösteklenir.
Yazarın Tüm Yazıları