TÜRKİYE’nin Ortadoğu politikası iki ayrı açıdan değerlendirilebilir: İkili ilişkiler ve bölgesel sorun ve ihtilaflara yaklaşımlar. İkili ilişkiler bağlamında AKP hükümetinin çok başarılı bir politika güttüğüne şüphe yok.
Komşumuz Suriye ile ilişkilerde elde edilen sonuçlar bunun en güzel örneğini oluşturuyor. Yine komşumuz İran ile Tahran’daki rejimden kaynaklanan sıkıntılara rağmen ilişkiler önemli ölçüde geliştirildi.
Diğer ülkelerle de eskisine oranla çok daha fazla diyalog ve işbirliği içindeyiz. Belki Körfez ülkelerine daha fazla açılıma ihtiyaç var. İsrail ile ilişkilerimize gelince, bunları bugünkü daha sınırlı ve gerçekçi boyutlarda tutmak isabetli olur.
Bölgesel sorun ve ihtilaflara yaklaşım alanında tablo biraz daha karmaşık. İran’ın nükleer silah imalinde kullanılabilecek zenginleştirilmiş uranyum ve orta ve uzun menzilli füzeler geliştirmek politikasına her nedense şimdiye kadar bir hayli bigáne kaldık. Oysa Türkiye’ye karşı hasmane bir tutum içinde olmasa bile, komşu bir ülkenin kitle imha silahlarına sahip olmasından hem kendi güvenliğimiz, hem de bölgenin istikrarı bakımından en fazla kaygıyı bizim duymamız gerekirdi.
Şimdiki aşamada İran’ın nükleer programları hiç değilse geçici bir süre için uluslararası kontrol altına alınmış bulunuyor. Fakat İran yükümlülüklerini tamamen yerine getirmezse ABD ya doğrudan veya İsrail’e yeşil ışık yakarak İran’daki nükleer tesislerin havadan tahribine girişebilir. O takdirde tepkimiz ne olacak? ABD işi İsrail’e havale ederse tepkisiz kalamayız. İsrail’in bütün bölgenin jandarmalığına kalkışması ciddi bir sorun yaratır.
* * *
Irak konusunda politikamızın parametrelerini tutarlı bir şekilde çizdiğimiz de iddia edilemez. Bu bir dereceye kadar mazur görülebilir; çünkü Irak’ta seçimlerin yapılıp yapılamayacağı belli olmadığı gibi seçimlere gidildiği takdirde Irak’ta nasıl bir tabloyla karşılaşacağımızı kimse öngöremiyor. Irak’ın toprak bütünlüğünü şeklen koruyabileceği varsayılsa bile fiilen bir bölünmenin gerçeklemesi mümkündür.
Kerkük’ün statüsünün ne olacağı da bugünden kestirilemez. Türkiye’nin olası gelişmelere karşı tepkisini nasıl ayarlayacağını çok ciddi şekilde düşünmek gerekir. Elimizde diplomasi ve ekonomik yaptırımlar dışında bir imkán gözükmüyor. Bülent Ecevit,İsmet İnönü’nün kendisine vaktiyle ‘şartlar müsait olduğunda Musul’u alın’ dediğini de naklederek Türkiye’nin Kuzey Irak’a bugünden askeri bir müdahalede bulunmasını tavsiye ediyor.
ABD kuvvetlerinin mevcudiyetine rağmen bu müdahaleyi nasıl yapabileceğimiz konusu zihninde galiba pek sarih değil. Fakat ABD kuvvetleri orada olmasa dahi Irak’a bir müdahalenin siyasi, askeri ve ekonomik sonuçlarının vahim olacağı ve AB politikamızın bir anda çökeceği kesindir.
* * *
Dışişleri Bakanı’nın İsrail’i ve Filistin’i ziyaretinde Türkiye’nin barış sürecine olası katkısından bol bol söz edildi. Söylemler güzel; fakat Türkiye’nin özlü olarak ne yapabileceği belirsiz. Aslında bu konuda pro-aktif bir politikanın içinde olamayız ve olmamalıyız.
Filistinlilerin temenni ettiği gibi yol haritasının sponsorları arasına katılsak bile durum farklı olmaz. ’Kuartet’e dahil bulundukları halde AB, Rusya ve BM de geri planda kalmıyorlar mı? ABD’nin İsrail’e tam destek politikası ve İsrail’in temel düşünce modeli değişmedikçe çözüm imkánsız. Siyasi dengeler değişmeden girişilecek bir arabuluculuk ters tepebilir.
Ortadoğu politikamızda önceliklerimizi daima hatırımızda tutmalıyız ve gerçekçilikten uzaklaşmamalıyız. Gerçeklere gözünü kapatan ABD’nin nasıl bir badireye sürüklendiğini yakından gördük.